etmemekle, zerreler adedince ilâheleri mezheplerince ka-
bul etmeye mecbur olarak cehennemin esfel-i safilînine
girmeye müstahak düşerler.
Amma ehl-i hidayet ise, geçen basamaklardaki kuvvetli
hakikatler ve sarsılmaz hüccetler, selim kalblerine ve müs-
takim akıllarına gayet kat’î kanaat ve kuvvetli iman ve ay-
nelyakin bir tasdik vermiş ki, şüphesiz ve vesvesesiz itmi-
nan-ı kalb ile itikat ederler ki, yıldızlar, zerreler, en küçük,
en büyük, kudret-i İlâhîye nispeten farkları yoktur ki, gö-
zümüz önünde bu acayipler oluyor. Ve her bir acibe-i sa-
nat
(1)
m
In
óp
MGn
h ¢m
ùr
Øn
æ`n
c s
’p
G r
ºo
µ o
ã r
©n
H n
’n
h r
ºo
µo
?r
? n
N É n
e
ayetinin davası-
nı tasdik ve hükmü ayn-ı hak ve hakikat olduğuna şaha-
det ederler, lisan-ı hâl ile Allahü ekber derler. Biz dahi
onların adedince Allahü ekber deriz. Ve şu ayetin davası-
nı bütün kuvvet ve kanaatimizle tasdik ve hükmü, ayn-ı
hak ve nefs-i hakikat olduğuna hadsiz hüccetlerle şaha-
det ederiz.
(2)
o
º«/
µ n
`?r
G o
º«/
? n
© r
dG n
âr
fn
G n
?s
fp
G = É '
æ n
à r
ª s
? n
Y Én
e s
’p
G B É '
æ n
d n
º r
?p
Y '
’ n
?n
fÉn
ërÑ
°o
S
n
Ú/
ªn
dÉn
©r
?p
d k
án
ªr
Mn
Q o
¬n
àr
?n
°Sr
Qn
G r
øn
e '
¤n
Y r
ºu
?n
°Sn
h u
?n
°U s
ºo
¡
s
?dn
G
(3)
n
Ú/
ªn
dÉn
©r
dG u
Ün
Q ! o
ór
ªn
?r
Gn
h
@
acayip:
şaşırtıcı ve hayret verici
şeyler.
acibe-i sanat:
sanatın hayret ve-
riciliği.
allahü ekber:
Allah en büyük ve
en yücedir.
amma:
ama, lâkin, ancak.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümlesi.
aynelyakin:
gözle görür derece-
de inanma; bir şeyi görerek ve
seyrederek bilme.
ayn-ı hak:
hakkın, gerçeğin tâ
kendisi.
ayn-ı hakikat:
hakikatin aslı, ger-
çeğin tâ kendisi.
dava:
takip edilen fikir, iddia.
ehl-i hidayet:
hidayette ve doğru
yolda olanlar, hidayete erişmiş
kimseler.
esfel-i safilîn:
aşağıların en aşağı-
sı, Cehennemin en aşağı tabakası.
gayet:
son derece.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hakikat:
gerçek, esas.
hüccet:
delil.
hüküm:
karar, emir.
ilâhe:
tanrıça.
iman:
inanç, itikat.
itikat:
kesin inanma, iman.
itminan-ı kalp:
yürekten inanma,
kalbinde şüphe ve vesvese kal-
maksızın, tam kanaatle inanma.
kanaat:
görüş, fikir.
kanaat:
inanma, görüş, fikir.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tereddü-
de mahal bırakmayan.
kudret-i İlâhiye:
Allah’ın kudreti,
Allah’ın kudretiyle yaptığı işler, fi-
iller, tasarruflar.
lisan-ı hâl:
hâl dili, bir şeyin duru-
şu ve görünüşü ile bir mana ifade
etmesi.
mecbur:
zorunlu olma, zorunda
kalma.
mezhep:
gidilen, tutulan, ta-
kip edilen yol.
müstahak:
hak eden, hak et-
miş.
müstakim:
doğru.
nefs-i hakikat:
gerçeğin tâ
kendisi.
nispeten:
oranla, kıyasla.
selim:
kusuru, noksanı olma-
yan, sağlam, kusursuz, doğru.
şahadet:
şahit olma, şahitlik,
tanıklık.
tasdik:
bir şeyin veya kimse-
nin doğruluğuna kesin olarak
hükmetme.
vesvese:
şüphe, kuruntu, kal-
be gelen asılsız kötü ve sinsi
düşünce.
zerre:
en küçük parça, mole-
kül, atom.
1.
Sizin yaratılmanız da, diriltilmeniz de, tek bir kişinin yaratılıp diriltilmesi gibidir. (Lokman
Suresi: 28.)
2.
Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgi-
miz yoktur. Sen her şeyi hakkıyla bilir, her işi hikmetle yaparsın. (Bakara Suresi: 32.)
3.
Allah’ım, âlemlere rahmet olarak gönderdiğin zata salât ve selâm eyle. Hamd Âlemlerin
Rabbi olan Allah’a mahsustur.
o
n
B
eŞinci
Ş
ua
| 1042 | Şualar