hikmet-i sermediyenin kanunlarıyla ve irade-i rabbaniye-
nin küllî cilveleri ve muayyen usulleriyle her şeye küllî ve
cüz’î, büyük-küçük, az-çok bir manevî kalıp, bir hususî
miktar, bir halis hudut verildiğinden, tam intizam-ı ilmî ve
irade kanunu içindedirler. elbette kadîr-i Mutlak hadsiz
kudretiyle Manzume-i Şemsiyeyi çevirmesi ve arz sefine-
sini medar-ı senevîsinde gezdirmesi, bir cesette kanı ve
kandaki küreyvat-ı hamra ve beyzayı ve o küreciklerdeki
zerreleri nizamlı, hikmetli çevirmesi derecesinde, sühuletli
ve kolaydır ki, bir insanı kâinat sisteminde harika cihaz-
larıyla, bir katre sudan, birden, zahmetsiz yaratır. demek,
o ezelî ve hadsiz kudrete isnat edilse, bu kâinatın icadı,
bir insanın icadı kadar sühulet peyda eder, kolay olur.
eğer ona verilmezse, bir tek insanı, acip cihazları ve duy-
gularıyla yaratmak, kâinat kadar müşkülâtlı olur.
Hem nasıl ki itaat ve imtisal ve emir dinlemek sırrıyla,
bir kumandan, bir “Arş!” emriyle bir neferi hücuma sevk
ettiği gibi, aynı emirle koca bir mutî orduyu dahi kolay-
ca hücuma tahrik eder; aynen öyle de, irade-i İlâhî ka-
nunlarına kemal-i itaate ve tekvinî emr-i rabbanînin işa-
retine emirber nefer ve emir kulu misillü fıtrî meyil ve
şevk içinde ve ilm-i ezelî ve hikmetin tayin ettikleri hatt-ı
hareket düsturları dairesinde ve ordu neferlerinden bin
derece ziyade itaatli ve emir dinler ve emir kulu hükmün-
de olan masnuat, hususan zîhayatlardan bir tek ferdi,
“Ademden haydi vücuda çık, vazife başına gir!” diye
emr-i rabbanî ile ve ilmin tayin ettiği tarzda ve iradenin
acip:
tuhaf, hayrette bırakan.
adem:
yokluk.
arş:
“Yürü, hareket et!” emri.
arz:
yer, dünya.
ceset:
vücut, beden.
cihaz:
aza, organ.
cilve:
tecelli, görüntü.
cüz’î:
küçük, az; bütüne ait olma-
yan, özel.
düstur:
kanun, kural, esas, pren-
sip.
emirber:
emir eri.
emr-i rabbanî:
Allah’a ait olan
emir, iş.
ezelî:
ezel ile ilgili, öncesiz, baş-
langıçsız.
fıtrî:
tabiî, yaratılıştaki, doğuştan
olan.
halis:
katışıksız, saf, duru.
harika:
olağanüstü.
hatt-ı hareket:
hareket çizgisi,
davranış, davranma yolu, takip
edilecek yol ve usûl.
hikmet:
İlâhî gaye, yüksek bilgi,
fayda.
hikmet-i sermediye:
zaman ve
mekânın kendisini sınırlandırama-
dığı Cenab-ı Hakkın hikmeti.
hudut:
sınırlar.
hususan:
bilhassa, özellikle.
hususî:
özel.
hükmünde:
değerinde, yerinde.
icat:
vücuda getirme, yoktan var
etme.
ilm-i ezelî:
ezelî ilim, Cenab-ı Hak-
kın sonsuz ezelî ilmi.
imtisal:
emre tamamen uyma,
gerekeni yapma, alınan emre bo-
yun eğme.
intizam-ı ilmî:
ilmî sistem.
irade:
dileme, isteme, bir şeyi ya-
pıp yapmama konusunda için olan
iktidar, güç.
irade-i İlâhî:
Allah’ın iradesi, Ce-
nab-ı Hakkın dilediğini yapabilme
gücü, kudreti.
irade-i rabbanîye:
Cenab-ı Hak-
kın mahlûkatın terbiye, tedbir ve
idaresi konusundaki yapabilme
gücü, kudreti.
isnat:
dayanma, dayandırma.
itaat:
söz dinleme, boyun eğme,
emre uygun hareket etme.
Kadîr-i Mutlak:
hiç bir kayıt ve
şarta tâbi olmaksızın her şeye gü-
cü yeten sonsuz kudret sahibi, Al-
lah.
kâinat:
evren; yaratılmış olan şey-
lerin tamamı, bütün âlemler.
kanun:
kaide, kural.
katre:
damla.
kemal-i itaat:
itaatin kusursuzlu-
ğu, tam ve mükemmel itaat.
kudret:
güç, kuvvet, iktidar.
kumandan:
komutan.
küllî:
umumî, genel, bütün olan.
küreyvat-ı beyza:
akyuvar-
lar.
küreyvat-ı hamra:
alyuvarlar.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
Manzume-i Şemsiye:
güneş
ile ona bağlı olan seyyareler,
güneş sistemi.
masnuat:
sanatla yapılmış şey-
ler.
medar-ı senevî:
dünyanın gü-
neş etrafında dönerken çizdi-
ği farazî daire, bir yıllık daire,
dünyamızın bir senede dön-
düğü yörünge.
meyil:
bir tarafa doğru eğil-
me, yönelme.
misillü:
gibi, benzeri.
muayyen:
belirli.
mutî:
itaat eden, boyun eğen.
müşkülât:
müşküller, güçlük-
ler, zorluklar.
nefer:
asker, er.
nizam:
düzen.
peyda:
meydana gelme, açı-
ğa çıkma.
sefine:
gemi.
sevk:
yöneltme, gönderme.
sır:
gizli hakikat.
sühulet:
kolaylık.
şevk:
şiddetli arzu, aşırı istek
ve heves.
tahrik:
hareket ettirme, hare-
kete geçirme.
tarz:
biçim, şekil, suret.
tayin:
belirleme, gösterme, sı-
nırını çizme.
tekvinî:
tekvin ile ilgili, yarat-
maya, var etmeye dair.
zahmet:
sıkıntı, eziyet, me-
şakkat.
zerre:
en küçük parça, mole-
kül, atom.
zîhayat:
hayat sahibi.
ziyade:
çok, fazla.
o
n
B
eŞinci
Ş
ua
| 1030 | Şualar