kudret içinde hadsiz bir ilme delâlet ve Alîm ve kadîr-i
Mutlak’a hadsiz şahadet eder.
Salisen
: sür’at-i mutlaka ve gayet çabuk yapılmakla
beraber, gayet derece mizanlı, ölçülü icatları, hadsiz bir
ilme delâlet ve adetlerince, bir Alîm-i Mutlak ve kadîr-i
Mutlak’a şahadet ederler.
Rabian
: gayet geniş bütün zemin yüzünde hadsiz zî-
hayatların vüs’at-i mutlaka ile beraber gayet sanatkârâne,
süslü, kemal-i hüsn-i sanat ile yapılmaları hiç şaşırmayan,
her şeyi beraber gören, bir şeyi bir şeye mâni olmayan
bir ihatalı ilme delâlet ve bir Alîm-i küll-i Şey ve kadîr-i
Mutlak’ın masnuları olduklarına her biri ve beraber şaha-
det ederler.
Hamisen
: Bu’d-i mutlak ve birbirinden gayet uzak bir
nev’in efradı, biri şarkta, biri garpta, biri şimalde, biri ce-
nupta, aynı zamanda, aynı tarzda birbirinin misli ve bir-
birinden teşahhusça imtiyazlı bir surette vücuda gelmele-
ri, ancak bir Alîm-i Mutlak ve kadîr-i Mutlak’ın kâinatı
idare eden hadsiz kudreti ve bütün mevcudatı ahvaliyle
ihata eden nihayetsiz ilmiyle olabilmesi cihetiyle, muhit
bir ilme delâlet ve bir Allâmü’l-guyûb’a hadsiz şahadet
ederler.
Sadisen
: İhtilât-ı mutlakla beraber hiç şaşırmadan ve
karıştırmadan her birisi tam bir imtiyaz ve alâmet-i farika
ile o karışık emsalinde ve karanlık yerlerde, meselâ top-
rak altındaki tohumlar gibi şaşıran vaziyetlerde o çok ka-
labalıklı zîhayat makinelerin her birisinin hiçbir cihazatını
ahval:
hâller, durumlar.
alâmet-i farika:
farklılık belirtisi,
işareti.
alîm:
her şeyi hakkıyla bilen Al-
lah.
alîm-i Küll-i Şey:
her şeyi bilen
ilim sahibi Allah.
alîm-i Mutlak:
sonsuz ve sınırsız
ilim sahibi Allah, hakikî manada
gerçek ilim sahibi olan Allah.
allâmü’l-Guyûb:
gaybı bilen, gö-
rünmeyen şeyleri bilen, Allah.
bu’d-i mutlak:
mutlak uzaklık, as-
la bir şarta bağlanmayan uzaklık,
hudutsuzluk, sınırı tayin edileme-
yen uzaklık.
cenup:
güneyde yer alan bölge-
ler.
cihazat:
cihazlar, uzuvlar, organ-
lar.
cihet:
yön.
delâlet:
delil olma, gösterme.
efrat:
fertler.
emsal:
eşler, benzerler.
garp:
batı, batıda kalan bölgeler.
gayet:
son derece.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hamisen:
beşinci olarak, beşinci-
si, beşinci derece.
icat:
vücuda getirme, yoktan var
etme.
idare:
döndürme, çevirme, yönet-
me.
ihata:
kuşatma, içine alma.
ihatalı:
kuşatıcı.
ihtilât-ı mutlak:
mutlak karışıklık
ve bozukluk.
imtiyaz:
başkalarından ayrıl-
ma, farklı olma.
Kadîr-i Mutlak:
hiç bir kayıt
ve şarta tâbi olmaksızın her
şeye gücü yeten sonsuz kud-
ret sahibi, Allah.
kâinat:
evren; yaratılmış olan
şeylerin tamamı, bütün âlem-
ler.
kemal-i hüsn-i sanat:
sanat-
taki güzelliğin mükemmel ve
kusursuz olması.
kudret:
güç, kuvvet, iktidar.
mâni:
engel.
masnu:
sanatla yapılmış eş-
ya, varlık.
meselâ:
örneğin.
mevcudat:
mevcutlar, var olan
her şey, mahlûklar.
misil:
benzer, eş.
mizan:
ölçü, denge.
muhit:
ihata eden, kuşatıcı.
nevi:
çeşit, tür.
nihayetsiz:
sonsuz, sınırsız.
rabian:
dördüncü olarak.
sadisen:
altıncı olarak.
Salisen:
üçüncü olarak.
sanatkârâne:
sanatkârca.
suret:
biçim, görünüş, yüz,
çehre.
sür’at-i mutlaka:
mutlak bir
sür’atlilik.
şahadet:
şahit olma, şahitlik,
tanıklık.
şark:
doğu, doğu bölgeleri.
şimal:
kuzeyde yer alan böl-
geler.
tarz:
biçim, şekil, suret.
teşahhus:
şahıslanma, şahıs
hâline girme.
vaziyet:
durum.
vüs’at-i mutlaka:
mutlak ge-
nişlik.
zemin:
yer.
zîhayat:
hayat sahibi.
o
n
B
eŞinci
Ş
ua
| 1020 | Şualar