evet, gözümüzle görüyoruz ki, bizleri ve bütün zîruh-
ları bilir ve bilerek şefkatle himaye eder ve ihtiyacını ve
her derdini bilir ve bilerek inayetiyle imdadına yetişir bir
Alîm-i Rahîm
var. Hadsiz misallerinden birisi:
İnsanın rızık ve ilâç ve muhtaç olduğu madenler cihe-
tinde gelen hususî ve umumî inayetler, pek zahir bir su-
rette, bir ilm-i muhiti gösterir ve bir rahman-ı rahîm’e
rızık, ilâç, madenlerin adedince şahadetler ederler. evet,
insanın, hususan âcizlerin ve yavruların iaşeleri ve bilhas-
sa mide matbahından cesedin rızık isteyen azalarına, hat-
ta hüceyrelerine her birine münasip rızkını yetiştirmeleri
ve dağlar bir eczahane ve insana lâzım bütün madenlerin
bir ambarı olmaları gibi hakîmâne işler, gayet ihatalı bir
ilim ile olabilir. serseri tesadüf, kör kuvvet, sağır tabiat,
camit, şuursuz esbap, basit, istilâcı unsurlar, hiçbir cihet-
te bu alîmâne, basîrâne, hakîmâne, merhametkârâne,
inayetperverâne olan iaşe ve idare ve himayet ve tedbire
karışamazlar. Yalnız, o zahirî esbap,
Alîm-i Mutlak
’ın em-
riyle, izniyle, ilim ve hikmeti dairesinde bir perde-i izzet-i
kudret-i İlâhiye olarak istimal ve istihdam edilmeleri var.
BEŞİNCİ VE ALTINCI DELİL:
o
In
ôp
ªr
ão
Ÿr
G o
QGn
ór
bn
’r
Gn
h o
án
ªn
¶n
àr
æo
Ÿr
G o
ás
«°p
†r
bn
’r
Gn
h
’dir. Yani, her şeyin, hususan nebatat ve eşcar ve hayva-
nat ve insanların şekilleri ve miktarları, ilm-i ezelînin iki
nevi olan kaza ve kaderin düsturlarıyla sanatkârâne biçil-
miş ve her birinin kametine göre tam münasip dikilmiş,
mükemmel giydirilmiş, gayet muntazam birer hikmetli
Şualar | 1015 |
o
n
B
eŞinci
Ş
ua
ilim:
bilgi, marifet.
ilm-i ezelî:
ezelî ilim, Cenab-ı Hak-
kın sonsuz ezelî ilmi.
ilm-i muhit:
her şeyi ihata edici,
kuşatıcı ilim.
imdat:
yardım.
inayet:
yardım, ihsan, lütuf.
inayetperverâne:
yardımda ve lü-
tufta bulunmayı, himaye etmeyi
sever bir şekilde.
istihdam:
bir hizmette kullanma,
çalıştırma.
istilâ:
kaplama, yayılma.
istimal:
kullanma.
kader:
Cenab-ı Hakkın ezelî ilmi
ile, kâinatta olmuş ve olacak bü-
tün şeylerin varlık ve yokluğunu,
geçmiş ve geleceğini bilmesi.
kamet:
boy, endam.
kaza:
olacağı Cenab-ı Hak tarafın-
dan bilinen ve takdir olunan şey-
lerin zamanı gelince yaratması.
maden:
toprakta filiz denilen bi-
leşimler hâlinde bulunan, toprak
altında çıkarıldıktan sonra arıtıla-
rak kalıba dökülen madde.
matbah:
mutfak.
merhametkârâne:
acıyarak, mer-
hamet göstererek.
muntazam:
nizamlı, intizamlı, dü-
zenli ve düzgün biçimde.
münasip:
uygun.
nebatat:
bitkiler.
nevi:
çeşit, tür.
perde-i izzet-i kudret-i İlâhiye:
İlâhî kudretin izzetinin önündeki
perde, İlâhî kudretin izzet perde-
si.
rahman-ı rahîm:
Rahman ve Ra-
hîm olan Allah; dünya ve ahirette
yarattıklarına sonsuz rahmet, şef-
kat ve merhametiyle muamele
eden Allah.
rızık:
yiyecek, içecek şey, azık.
sanatkârâne:
sanatkârca.
serseri:
gayesiz, hedefsiz; öteden
beri başıboş olan.
suret:
biçim, şekil, tarz.
şahadet:
şahit olma, şahitlik; açık
alâmet, işaret.
şefkat:
karşılıksız sevgi besleme,
içten ve karşılıksız merhamet.
şuursuz:
idraksiz, bilgisiz.
tedbir:
idare etme, çekip çevir-
me.
tesadüf:
rastlantı, bir şeyin ken-
diliğinden meydana gelmesi.
unsur:
madde, esas, birleşik bir
şeyi meydana getiren elemanlar-
dan her biri.
zahir:
açık, aşikâr.
zahirî:
görünüşte olan; zahire, dı-
şa ait olan.
zîruh:
ruh sahibi, ruhlu, canlı, ha-
yattar.
âciz:
zayıf, güçsüz, zavallı.
alîmâne:
ilmen bilerek.
alîm-i Mutlak:
sonsuz ve sı-
nırsız ilim sahibi Allah, hakikî
manada gerçek ilim sahibi olan
Allah.
alîm-i rahîm:
her şeyi hak-
kıyla bilen ve sonsuz merha-
met sahibi olan Allah.
ambar:
eşya saklanan ve de-
polanan yer.
aza:
organlar, uzuvlar.
basîrâne:
görerek, iç yüzünü
görür şekilde.
bilhassa:
özellikle.
camit:
ruhsuz, cansız.
ceset:
vücut, beden.
cihet:
yön.
delil:
bir davayı ispata yara-
yan şey, bürhan.
düstur:
kanun, kural, esas,
prensip.
eczahane:
ilâç yapılan ve sa-
tılan yer.
esbap:
sebepler, vasıtalar.
eşcar:
ağaçlar.
gayet:
son derece.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hakîmâne:
hikmetli bir şekil-
de.
hayvanat:
hayvanlar.
hikmet:
İlâhî gaye, yüksek bil-
gi, fayda.
himaye:
koruma, muhafaza
etme.
himayet:
koruma, esirgeme.
hususan:
bilhassa, özellikle.
hususî:
özel.
hüceyre:
hücrecik, küçük hüc-
re.
iaşe:
geçindirme, besleme, ya-
şatma.
idare:
döndürme, çevirme, yö-
netme.
ihatalı:
kuşatıcı.