Şualar - page 1014

tam bir tercüman ve santral olmak, elbette gayet parlak
ve kat’î bir surette ihatalı ilme delâlet ve şahadet eder. Bir
tek dil, hikmetleri ve meyveleriyle böyle delâlet etse, had-
siz lisanlar ve hadsiz zîhayatlar, nihayetsiz masnuat, gü-
neş zuhurunda ve gündüz kat’iyetinde, nihayetsiz bir il-
me delâlet ve şahadet ve
Allâmü’l-Guyûb
’un daire-i ilmin-
den ve hikmetinden ve meşietinden hariç hiçbir şey yok-
tur diye ilân ederler.
DÖRDÜNCÜ DELİL:
o
án
?p
eÉ s
°ûdG o
á°n
Uƒ°o
ür
în
Ÿr
G o
äÉn
jÉn
æp
©r
dGn
h
’dir. Yani,
bütün zîhayat, zîşuur âleminde, her nev’e ve her ferde,
hususî ve ona münasip ve umuma şamil inayetler, şefkat-
ler, himayetler, bedahet derecesinde ihatalı bir ilme delâ-
let ve o inayetlere mazhar olanları ve ihtiyaçlarını bilen
bir
Alîm-i İnayetkâr
’ın vücub-i vücuduna hadsiz şahadet-
ler eder, demektir
.
İHTAR:
Risale-i Nur’un hülâsatü’l-hülâsasının züb-
desi olan Arabî fıkradaki kelimelerin izahı ise,
Kur’ân’dan tereşşuh eden Risale-i Nur’un
âyât-ı Kur’âniyenin lemaatından aldığı haki-
katlere, hususan ilim ve iradeye ve kudrete
dair delillere ve hüccetlere işarettir ki, bu
Arabî kelimelerin işaret ettikleri o ilmî delil-
ler, ehemmiyetle tefsir ediliyor. Demek, her
biri çok âyâtın birer işaret ve birer nüktesini
beyan etmektir. Yoksa, o Arabî kelimelerin
tefsiri ve beyanı ve tercümesi değildir. Sade-
de dönüyoruz.
âlem:
varlık sınıflarından her biri.
alîm-i İnayetkâr:
lütuf, ihsan ve
yardımı çok seven ve tüm yarat-
tıklarının ihtiyacını bilen Allah.
allâmü’l-Guyûb:
gaybı bilen, gö-
rünmeyen şeyleri bilen, Allah.
arabî:
Arabca, Arap diline ait.
âyât:
Kur’ân ayetleri.
âyât-ı Kur’âniye:
Kur’ân’ın ayet-
leri.
bedahet:
açıklık, aşikâr, ispata ih-
tiyaç olmayacak derecede açık-
lık.
beyan etmek:
açıklamak, bildir-
mek, izah etmek.
beyan:
açıklama, bildirme, izah.
dair:
alâkalı, ilgili.
daire-i ilim:
ilim dairesi.
delâlet:
delil olma, gösterme.
delil:
bir davayı ispata yarayan
şey, bürhan.
ehemmiyet:
pek önemli olma.
fıkra:
kısım, fasıl, bölüm.
gayet:
son derece.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hakikat:
gerçek, asıl, esas.
hariç:
bir şeyin dışı, dışarısı, dışta
kalan.
hikmet:
İlâhî gaye, gizli sebep,
fayda.
himayet:
koruma, esirgeme.
hususan:
bilhassa, özellikle.
hususî:
özel.
hüccet:
delil.
hülâsatü’l-hülâsa:
özünün özü;
Ayetü’l-Kübra Risalesinin hulâsa-
sı.
ihatalı:
kuşatıcı.
ihtar:
hatırlatma, uyarı.
ilân:
yayma, duyurma, bildirme.
ilim:
bilgi, marifet.
ilmî:
ilim ile ilgili, ilme dair.
inayet:
yardım, ihsan, lütuf.
irade:
dileme, isteme, bir şeyi ya-
pıp yapmama konusunda için olan
iktidar, güç.
izah:
açıklama, ayrıntıları ile an-
latma.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tereddü-
de mahal bırakmayan.
kat’iyet:
kat’îlik, kesinlik.
kudret:
güç, kuvvet, iktidar.
lemaat:
lem’alar, parıltılar, par-
layışlar.
lisan:
dil.
masnuat:
sanatla yapılmış şey-
ler.
mazhar:
bir şeyin çıktığı gö-
ründüğü yer; nail olma, şeref-
lenme.
meşiet:
dileme, irade, istek.
münasip:
uygun.
nevi:
çeşit, tür.
nihayetsiz:
sonsuz, sınırsız.
nükte:
bir söz veya ibareden
hususî bir dikkatle çıkarılan
gizli mana.
sadet:
konuşulan madde, asıl
konu.
suret:
biçim, şekil, tarz.
şahadet:
şahit olma, şahitlik;
açık alâmet, işaret.
şamil:
içine alan, kapsayıcı.
şefkat:
karşılıksız sevgi besle-
me, içten ve karşılıksız mer-
hamet.
tefsir:
açıklama, izah.
tercüman:
çeşitli hâl, durum,
maksat veya duyguları ifade
etme vasıtası.
tereşşuh:
sızma, sızıntı yap-
ma.
umum:
bütün, herkes.
vücub-i vücut:
varlığı gerekli
olmak, olmaması imkânsız ol-
mak, varlığı zarurî ve vacip ol-
mak.
zîhayat:
hayat sahibi.
zîşuur:
şuurlu, şuur sahibi.
zuhur:
görünme, belli olma,
ortaya çıkma.
zübde:
bir şeyin en mühim
kısmı, bir şeyin özü, seçkin
kısmı.
o
n
B
eŞinci
Ş
ua
| 1014 | Şualar
1...,1004,1005,1006,1007,1008,1009,1010,1011,1012,1013 1015,1016,1017,1018,1019,1020,1021,1022,1023,1024,...1581
Powered by FlippingBook