bu kudsî mükâleme-i Miraciyeyi geniş manasıyla okumak,
teşehhütte umum İslâm’ın farz bir vazifesi olmuş. o kud-
sî mükâlemenin izahatını risale-i nur’a havale edip, ga-
yet kısa dört işaretle bir manasını beyan edeceğiz.
Birincisi
:
! o
äÉs
«p
ës
àdn
G
’tır. kısacık meali şudur:
nasıl bir usta, pek harika bir makineyi derin ilmi ve
mu’cizekâr zekâsıyla yapsa, o acip makineyi gören her-
kes, o ustayı takdirkârâne tebrik edip alkışlar ve tahsin-
kârâne medihlerle ve ihsanlarla ona maddî, manevî he-
diyeler, tahiyyeler verir; o makine dahi, o ustanın istedi-
ği tarzda, tam tamına, gayet mükemmel olarak arzuları-
nı ve harika ince sanatını ve maharet-i ilmiyesini göster-
mesiyle, kendi ustasını lisan-ı hâl ile alkışlar, tebrik eder,
manevî tahiyyeler, hediyeler verir. Aynen öyle de, kâ-
inatta bütün zîhayat taifeleri, her biri ve her bir ferdi, her
tarafı mu’cizeli birer harika makinedir ki, ustasının, her
şeyin her şeyle münasebetini gören ve her şeyin hayatı-
na lâzım bütün şeyleri görüp tam yerinde ona yetiştiren
ihatalı ilminin derin ve ince cilveleriyle kendini tanıttıran
Sâni-i Zülcelâl’
ini, hayatlarının lisan-ı hâlleriyle, ins ve
cin ve melek olan zîşuurların kàl dilleri gibi tahiyyelerle
alkışlar ve tebriklerle
! o
äÉs
«p
ës
àdn
G
derler. Ve hayatlarının
fiyatını, doğrudan doğruya bütün mahlûkatı bütün ahva-
liyle bilen Hâlık’larına ubudiyetkârâne takdim ediyorlar
ki, Miraç gecesinde, bütün zîhayat namına Muhammed
Aleyhissalâtü Vesselâm, Vacibü’l-Vücud’un huzurunda,
acip:
tuhaf, hayrette bırakan.
ahval:
hâller, durumlar.
aleyhissalâtü vesselâm:
‘salât ve
selâm onun üzerine olsun’ anla-
mında Hz. Muhammed’e dua.
arzu:
bir şeye karşı duyulan istek,
heves.
beyan etmek:
açıklamak, bildir-
mek, izah etmek.
cilve:
tecelli, görüntü.
cin:
gözle görünmez, lâtif cisim-
lerden ibaret bir yaratık.
farz:
kesin yapılması gerekli olan;
İslâmiyette kesin olarak yapılma-
sı gereken emir.
gayet:
son derece.
Hâlık:
yoktan yaratan, her şeyi
yoktan var eden, yaratıcı; Allah.
harika:
olağanüstü.
havale:
bir şeyi başkasının üstü-
ne bırakma.
ihatalı:
kuşatıcı.
ihsan:
bağışlama, ikram etme, lü-
tuf.
ilim:
bilgi, marifet.
ins:
insan, beşer, Âdemoğlu.
izahat:
izahlar, açıklamalar.
kâinat:
evren; yaratılmış olan şey-
lerin tamamı, bütün âlemler.
kàl:
söz, konuşma.
kudsî:
mukaddes, yüce.
lisan-ı hâl:
hâl dili, bir şeyin duru-
şu ve görünüşü ile bir mana ifade
etmesi.
maddî:
madde ile alâkalı, cisma-
nî.
maharet-i ilmiye:
ilmi becerikli-
lik, ustalık.
mahlûkat:
yaratılmışlar, yaratık-
lar, Allah tarafından yaratılanlar.
manevî:
manaya ait, maddî ol-
mayan.
meal:
mana, anlam, mefhum.
medih:
övmek.
Miraç:
Peygamberimiz Hz. Mu-
hammed (asm) Efendimizin,
Recep ayının 27. gecesinde
Cenab-ı Hakkın huzuruna ru-
hen, cismen, hâlen çıkması
mu’cizesi.
mu’cize:
benzerini yapmak-
tan insanların âciz kaldığı şey.
mu’cizekâr:
mu’cizeli, mu’ci-
ze hâlinde.
mükâleme:
konuşma.
mükâleme-i miraciye:
Miraç-
taki konuşmalar.
münasebet:
ilgi, ilişki, bağ.
nam:
ad.
Sâni-i Zülcelâl:
sonsuz büyük-
lük sahibi olan ve her şeyi sa-
natla yaratan, Allah (cc.).
tahiyye:
selâm verme, selâm.
tahsinkârâne:
beğenen gibi,
beğenen kimseye yakışır şe-
kilde, beğenircesine, alkışlar-
casına.
taife:
takım, güruh.
takdim:
arz etme, sunma.
takdirkârâne:
takdir edene
yakışır şekilde, takdir ederek.
tarz:
biçim, şekil, suret.
teşehhüt:
şahadet getirme,
namazda Tahiyyatın oturarak
okunması.
ubudiyetkârâne:
kul olana ya-
kışır şekilde, kulluğa yakışır
tarzda.
umum:
bütün.
Vacibü’l-Vücud:
varlığı zarurî
ve zatî olan; varlığı başkasının
varlığına bağlı değil, kendin-
den olup ezelî ve ebedî olan
Allah.
vazife:
görev.
zîhayat:
hayat sahibi.
zîşuur:
şuurlu, şuur sahibi.
o
n
B
eŞinci
Ş
ua
| 1006 | Şualar