idi, mahiyeti bütün bütün değişecekti. Şakirâne, minnet-
tarâne ricalar, dualar, belki mütezellilâne ubudiyet kapı-
ları kapanırdı.
DOKUZUNCU, ONUNCU DELİL:
o
án
æ s
`jn
õo
Ÿr
G o
äÉn
eÉn
ªp
àr
gp
’r
Gn
h o
án
`æ s
`æn
Øo
Ÿr
G o
äÉn
fÉn
?`r
Jp
’r
Gn
h
Yani, her masnuda, hususan bahar mevsiminde zemin
yüzünde sermedî bir hüsün ve cemalin cilvelerini göste-
ren bütün güzel mahlûklar, ezcümle çiçekler, meyveler
ve kuşçuklar ve sinekler ve bilhassa yaldızlı ve yıldızlı kuş-
çukların hilkatlerinde ve suretlerinde ve cihazatlarında
öyle mu’cizâne bir maharet ve dikkat ve harika bir sanat,
bir ittikan, bir mükemmeliyet ve sanatkârlarının mu’ci-
zatlı hünerlerini gösteren ayrı ayrı, çeşit çeşit tarzlarda
şekiller, makinecikler, gayet ihatalı bir ilme ve –tabirde
hata olmasın– gayet maharetli ve fünunlu bir meleke-i il-
miyeye kat’î delâlet ve serseri tesadüfün ve şuursuz ve
müşevveş esbabın müdahale etmesinin imkânsız olduğu-
na şahadet ettikleri gibi;
o
án
æ s
`jn
õo
Ÿr
G o
äÉn
eÉn
ªp
àr
gp
’r
Gn
h
ifadesiyle o
güzel masnularda o derece bir şirin süslemek ve tatlı bir
ziynet ve cazibedar bir cemal-i sanat var ki, nihayetsiz bir
ilim ile iş görür ve her şeyin en güzel tarzını bilir ve sa-
natkârlığın cemal-i kemalini ve kemal-i cemalini zîşuurla-
ra göstermek ister ki, en cüz’î bir çiçeği ve küçük bir
sineği ihtimamkârâne, mahirâne, sanatperverâne ehem-
miyetle tasvir ve icat eder. Bu ihtimamkârâne tezyin ve
tahsin, bedahetle hadsiz ve her şeye muhit bir ilme
bedahet:
açıklık, aşikâr, ispata ih-
tiyaç olmayacak derecede açık-
lık.
bilhassa:
özellikle.
cazibedar:
çekici, cazibeli.
cemal:
güzellik.
cemal-i kemal:
mükemmellikte-
ki güzellik.
cemal-i sanat:
sanattaki güzellik,
Cenab-ı Hakkın mahlûkatında bu-
lunan İlâhî sanat güzelliği.
cihazat:
cihazlar, uzuvlar, organ-
lar.
cilve:
tecelli, görüntü.
cüz’î:
az, parçaya ait olan.
delâlet:
delil olma, gösterme.
delil:
bir davayı ispata yarayan
şey, bürhan.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
ehemmiyet:
önem, değer, kıy-
met.
esbap:
sebepler, vasıtalar.
ezcümle:
bu cümleden olarak.
fünun:
fenler.
gayet:
son derece.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
harika:
olağanüstü.
hilkat:
yaratılma, yaratılış.
hususan:
bilhassa, özellikle.
hüner:
marifet, bilgililik, ustalık,
maharet.
hüsün:
güzellik.
icat:
vücuda getirme, yoktan var
etme.
ihatalı:
kuşatıcı.
ihtimamkârâne:
özenerek, dikkat
göstererek, itinalı bir şekilde.
ilim:
bilgi, marifet.
ittikan:
gözle görmüş gibi sağlam
bilme ve inanma.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tereddü-
de mahal bırakmayan.
kemal-i cemal:
cemalin mükem-
melliği, tam bir manevî güzellik
ve olgunluk.
maharet:
mahirlik, ustalık.
mahirâne:
mahir bir şekilde, us-
taca, ustalıkla, maharetle.
mahiyet:
bir şeyin aslı, esası, ta-
biatı, niteliği.
mahlûk:
yaratık, Allah tarafından
yaratılmış olan.
masnu:
sanatla yapılmış eşya, var-
lık.
meleke-i ilmiye:
ilmî meleke, ilim-
le ilgili kabiliyet. bir ilimle fazla
uğraşma neticesinde kazanılmış
meleke, maharet.
minnettarâne:
minnet duyarak,
yapılan bir iyiliğe karşı teşekkür
hissi taşıyarak.
mu’cizâne:
mu’cizeli bir şekil-
de.
mu’cizat:
mu’cizeler, Allah ta-
rafından verilip, yalnız pey-
gamberlerin gösterebilecekle-
ri büyük harika işler.
muhit:
ihata eden, kuşatıcı.
müdahale:
karışma.
mükemmeliyet:
mükemmel-
lik, kusursuzluk, eksiksizlik.
müşevveş:
teşevvüşe uğra-
mış, düzensiz, karmakarışık.
mütezellilâne:
zelil bir şekil-
de, alçakçasına.
nihayetsiz:
sonsuz, sınırsız.
rica:
yalvarma, niyaz etme.
sanatkâr:
sanatçı, usta.
sanatperverâne:
sanata de-
ğer vererek, sanatı severcesi-
ne, sanatkârcasına.
sermedî:
ebedî, daimî, sürek-
li.
serseri:
gayesiz, hedefsiz; öte-
den beri başıboş olan.
suret:
biçim, tarz, görünüş.
şahadet:
şahit olma, şahitlik;
açık alamet, işaret.
şakirâne:
şükrederek, şükre-
dercesine.
şuursuz:
idraksiz, bilgisiz.
tabir:
ifade, söz.
tahsin:
süsleme, güzelleştir-
me.
tarz:
biçim, şekil, suret.
tasvir:
resmini yapma.
tesadüf:
rastlantı, bir şeyin
kendiliğinden meydana gel-
mesi.
tezyin:
süsleme, ziynetlendir-
me.
ubudiyet:
kulluk.
yaldız:
süs.
zemin:
yer.
zîşuur:
şuurlu, şuur sahibi.
ziynet:
süs.
o
n
B
eŞinci
Ş
ua
| 1018 | Şualar