l
?p
YÉn
a n
ón
Mn
’r
G n
óp
MGn
ƒr
dG n
™ p
fÉs
°üdG n
?p
d'
P s
¿n
G '
¤n
Y t
?o
ón
j p
án
ªn
¶n
àr
æo
Ÿr
G p
äÉn
æt
« n
©s
àdGn
h
@ o
ój /
ôo
j Én
e o
ºo
µ
r
ën
jn
h o
ABÉ n
°ûn
j Én
e o
?n
©r
Øn
j l
QÉn
àr
îo
e
Bu fıkra, irade-i İlâhiyenin delillerinden pek çok küllî
hüccetleri ihtiva eden bir tek küllî ve uzun delildir. Meali-
nin kısa bir tercümesi içinde irade ve ihtiyâr ve meşiet-i
İlâhiyeyi gayet kat’î ispat eden bir delili beyan ederiz.
Hem, ilm-i İlâhînin bütün mezkûr delilleri, aynen irade-
nin dahi delilidir. Çünkü, her masnuda ilim ve iradenin
beraber cilveleri, eserleri görünüyor.
Bu Arabî fıkranın kısaca meali:
Yani: Her şey onun irade ve meşietiyle olur. İstediği
olur, istemediği olmaz. Her ne isterse yapar. İstemezse,
hiçbir şey olmaz. Bir hüccet şudur:
görüyoruz ki, bu masnuatın her biri muayyen zatı,
mahsus sıfatı, ayrı hususî mahiyeti, mümtaz farikalı sure-
ti, hadsiz imkânat ve başka tarzlarda olabilir, teşvişçi ihti-
malât içinde, neticesiz çok yollarda ve sel gibi akan ve ka-
rıştıran ve birbirine zıt unsurların müdahaleleri içinde ve
sehiv ve iltibasa sebebiyet veren ve birbirine benzeyen
emsalleri içinde bu karma karışık hâllere karşı, o her bir
masnuu ince, tam, düzgün bir nizam altına almak ve
hassas, cessas, mükemmel bir ölçü ve mizanla her uzvu-
nu ve cihazını tartmak, takmak ve yüzüne süslü, düzgün
bir sima, bir teşahhus vermek ve birbirine muhalif azala-
rını basit, camit, ölü bir maddeden zîhayat olarak gayet
arabî:
Arabcaya ait, Arap dili ile
ilgili.
aza:
organlar, uzuvlar.
beyan etmek:
açıklamak, bildir-
mek, izah etmek.
camit:
ruhsuz, cansız.
cessas:
meraklı.
cihaz:
aza, organ.
cilve:
tecelli, görüntü.
delil:
bir davayı ispata yarayan
şey, bürhan.
emsal:
örnekler, benzerler.
farika:
fark eden, ayrı.
fıkra:
kısım, fasıl, bölüm.
gayet:
son derece.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hassas:
incelikli, en ufak ölçüleri
sağlıklı ve kesin olarak veren.
hususî:
özel.
hüccet:
delil.
ihtimalât:
ihtimaller, olması müm-
kün olan şeyler.
ihtiva:
içine alma, kapsama.
ihtiyar:
irade, tercih; kendi istek
ve arzularına göre hareket etme.
ilim:
bilgi, marifet.
ilm-i İlâhî:
Allah’ın ilmi.
iltibas:
birbirine benzeyen yerleri
şaşırıp karıştırma.
imkânat:
imkânları olabilirlikler,
olması ve olmaması ihtimal dâhi-
linde olanlar.
irade:
dileme, isteme, bir şeyi ya-
pıp yapmama konusunda için olan
iktidar, güç.
irade-i İlâhiye:
Allah’ın iradesi, Ce-
nab-ı Hakkın dilediğini yapabilme
gücü, kudreti.
ispat:
doğruyu delillerle göster-
me.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tereddü-
de mahal bırakmayan.
küllî:
umumî, genel, bütün
olan.
mahiyet:
bir şeyin aslı, esası,
tabiatı, niteliği.
mahsus:
başkasında bulun-
mayan, bir şeye veya kişiye
has olan.
masnu:
sanatla yapılmış eş-
ya, varlık.
masnuat:
sanatla yapılmış şey-
ler.
meal:
mana, anlam, mefhum.
meşiet:
dileme, irade, istek.
meşiet-i İlâhîye:
Cenab-ı Hak-
ka ait, Onun bilgisi, arzusu, is-
teği ve iradesi altında olan;
Allah’ın varlıklar üzerindeki ira-
desi.
mezkûr:
zikredilen, adı geçen,
anılan.
mizan:
ölçü, denge.
muayyen:
belirli.
muhalif:
zıt, karşıt, aykırı.
müdahale:
karışma.
mümtaz:
ayrıcalıklı, seçkin.
nizam:
düzgünlük, tertip.
sebebiyet:
sebep olma.
sehiv:
hata, yanlışlık.
sıfat:
vasıf, nitelik.
sima:
yüz, çehre.
suret:
biçim, görünüş, yüz,
çehre.
tarz:
biçim, şekil, suret.
teşahhus:
şahıslanma, şahıs
hâline girme.
teşviş:
karıştırma, karmakarı-
şık etme.
unsur:
madde, esas, birleşik
bir şeyi meydana getiren ele-
manlardan her biri.
uzuv:
bir canlıyı meydana ge-
tiren parçacıklardan her biri,
organ.
zat:
kendi, asıl, öz.
zîhayat:
hayat sahibi.
o
n
B
eŞinci
Ş
ua
| 1022 | Şualar