t
?p
Fr
õo
÷r
Gn
h t
?o
µr
dGn
h o
Ar
õo
÷r
Gn
h o
?ƒo
é t
ædGn
h o
äGs
Qs
òdG Én
¡r
«n
dp
G p
án
Ñ°r
ùu
ædÉp
H i '
hÉn
°ùn
àn
àn
a
@ o
¿Én
°ùr
fp
’r
Gn
h o
ºn
dÉn
©r
dGn
h o
ôn
és
°ûdGn
h o
IGn
ƒs
ædGn
h t
»u
?o
µr
dGn
h
Yani, her şeye kadir öyle bir kudreti var ki, bütün eş-
yayı ihata etmiş ve zat-ı Vacibü’l-Vücud’a lüzum-i zatî ile
ve fenn-i mantık tabirince “zaruriyet-i naşie” ile lâzımdır,
vaciptir; infikâki muhaldir, imkânı yoktur.
Madem böyle bir lüzumla böyle bir kudret zat-ı Ak-
des’tedir; elbette onun zıddı olan acz, hiçbir cihetle içine
giremez, zat-ı kadîr’e arız olamaz.
Madem bir şeyde mertebelerin bulunması, onun zıddı
içine girmesiyledir. Meselâ, hararetin derece ve mertebe-
leri, soğuğun girmesi ve güzelliğin ise, çirkinliğin müda-
halesi ile olması ve bu zatî kudrete zıt olan acz, ona ya-
naşması, hiçbir cihetle imkânı yok. elbette, o kudret-i mut-
lakada mertebeler bulunmaz.
Madem mertebeler onda bulunmaz; elbette o kudrete
nispeten yıldızlar, zerreler müsavi ve cüz ve küll ve bir fert
ve bütün nevi, o kudrete karşı farkları yoktur. Ve bir çe-
kirdek ve koca ağacı ve kâinatı ve insan ve bir nefsi dirilt-
mesi ve haşirde bütün zîruhların ihyası, o kudrete nispe-
ten müsavidirler ve kolaydır. Büyük küçük, az çok farkı
yoktur.
Bu hakikate kat’î şahit, hilkat-i eşyada gördüğümüz ke-
mal-i sanat, nizam, mizan, temyiz, kesret, sür’at-i mutla-
kada sühulet-i mutlaka ve tam kolaylıktır.
Şualar | 1027 |
o
n
B
eŞinci
Ş
ua
nefis:
hayat, ruh, can.
nevi:
cins.
nispeten:
nispetle, kıyaslayarak.
nizam:
düzen.
sühulet-i mutlaka:
sonsuz ve tam
kolaylık.
sür’at-i mutlaka:
mutlak bir sür’at-
lilik.
tabir:
ifade.
temyiz:
inceleyip seçme, ayırdet-
me.
vacip:
zorunlu.
zaruriyet-i naşie:
bir şeyin ken-
disinde bulunması gerekli olup,
ondan ayrılması mümkün olma-
yan özellikler.
Zat-ı akdes:
en mukaddes zat,
her türlü kusur ve noksandan uzak
ve pak olan zat; Allah.
Zat-ı Kadîr:
her şeye gücü yeten
zat, kudret sahibi Allah.
Zat-ı Vacibü’l-Vücud:
varlığı mut-
laka gerekli olan zat, Cenab-ı Al-
lah.
zatî:
zata ait, zatın kendisinden
olan.
zerre:
en küçük parça, molekül,
atom.
zîruh:
ruh sahibi, ruhlu, canlı, ha-
yattar.
acz:
zayıflık, güçsüzlük.
arız:
gelme, sonradan olma,
sonradan meydana gelme.
cihet:
yön, sebep, vesile.
cüz:
kısım, parça.
fenn-i mantık:
mantık ilmi,
mantık bilgisi.
hakikat:
gerçek.
hararet:
sıcaklık.
haşir:
kıyametten sonra bü-
tün insanların bir yere toplan-
maları, Allah’ın ölüleri diriltip
mahşere çıkarması.
hilkat-ı eşya:
eşyanın yaratı-
lışı.
ihata:
kuşatma, içine alma.
ihya:
canlandırma, diriltme,
hayat verme.
infikâk:
ayrılma, ayrışma, ay-
rı düşme.
kadir:
bir işi yapmaya gücü
yeten, kuvvet sahibi olan.
kâinat:
evren; yaratılmış olan
şeylerin tamamı, bütün âlem-
ler.
kat’î:
kesin, şüpheye ve te-
reddüde mahal bırakmayan.
kemal-i sanat:
sanattaki mü-
kemmellik.
kesret:
çokluk.
kudret:
Allah’ın bütün varlığı
çevreleyen ezelî kuvveti.
kudret-i mutlaka:
mutlak kud-
ret, sonsuz ve sınırsız kudret.
küll:
bütün.
lüzum-i zatî:
varlığının gere-
ği.
madem:
...den dolayı, böyle
ise.
mertebe:
derece, basamak.
meselâ:
örneğin.
mizan:
ölçü, denge.
muhal:
imkânsız.
müdahale:
karışma.
müsavi:
eşit.