Alîm-i Hafîz
’in hikmetli kanunuyla olması ve bir yavru-
nun rızkı olan süt, memelerden gelmesi ve kan ve fışkı
içinden çıkıp hiç bulaşmadan safî, temiz olarak ağzına ak-
ması, tesadüf ihtimalini kat’î bir surette red ve bir
Rez-
zak-ı Alîm-i Rahîm
’in şefkatli düsturuyla olduğunu gayet
kat’î gösteriyor. Bu iki cüz’î misale bütün zîhayat, zîruh
kıyas edilsin.
demek, hakikatte hem ecel muayyen ve mukadderdir,
hem rızık herkese göre bir taayyün içinde mukadderat
defterinde kayıt edilmiştir. Fakat, gayet mühim bir hik-
met için hem ecel, hem rızık perde-i gaypta ve müphem
ve gayr-i muayyen ve zahiren tesadüfe bağlı gibi görünü-
yor.
eğer ecel güneşin gurubu gibi muayyen olsa idi, yarı
ömür gaflet-i mutlakada ve ahirete çalışmamakla zayi
olup, yarı ömürden sonra her gün ölüm darağacı tarafı-
na bir ayak atmak gibi dehşetli bir korku alıp eceldeki mu-
sibet yüz derece ziyadeleşmesi sırrıyla, başa gelen musi-
betler ve hatta dünyanın eceli olan kıyamet perde-i gayp-
ta merhameten bırakılmış.
rızık ise, hayattan sonra nimetlerin en büyük bir ha-
zinesi ve şükür ve hamdin en zengin bir menbaı ve
ubudiyet ve dua ve ricaların en cemiyetli bir madeni ol-
masından, suret-i zahirede müphem ve tesadüfe bağlı gi-
bi gösterilmiş. tâ her vakit
Rezzak-ı Kerîm
’in dergâhına
iltica ve rica ve yalvarmak ve hamd ve şükür şefaatiyle
rızık istemek kapısı kapanmasın. Yoksa, muayyen olsa
Şualar | 1017 |
o
n
B
eŞinci
Ş
ua
lah tarafından tayin edilen bir va-
kitte yıkılıp mahvolması.
kıyas:
karşılaştırma, bir şeyi baş-
ka bir şeye benzeterek hüküm
verme.
maden:
asıl, esas, kaynak.
menba:
kaynak.
merhameten:
acıyarak, merha-
met ederek.
muayyen:
belirli.
mukadder:
Allah tarafından ezel-
de takdir olunmuş.
mukadderat:
Allah tarafından ezel-
de takdir olunmuş şeyler, ileride
meydana gelecek hâller ve olay-
lar, alın yazısı.
musibet:
felâket, belâ.
mühim:
önemli, ehemmiyetli.
müphem:
örtülü, kapalı, anlaşıl-
maz.
nimet:
Allah’ın bağışladığı maddî
ve manevî lütuf ve ikramlar.
perde-i gayp:
gayp perdesi, gizli
perde; insanların bilmeyip sadece
Allah’ın bildiği gayp âlemdeki ma-
nevî perde.
red:
kabul etmeme.
rezzak-ı alîm-i rahîm:
merha-
metiyle ve her şeyi en iyi bilerek
rızık veren Allah.
rezzak-ı Kerîm:
ikram sahibi olan
rızık verici; Cenab-ı Hak.
rızık:
Allah tarafından her canlı
için ayrılmış ve takdir edilmiş olan
nimet, yiyecek içecek ve giyecek
ile ilgili şeyler.
safî:
saf olan, katışıksız, duru.
sır:
gizli hakikat.
suret:
biçim, şekil, tarz.
suret-i zahire:
zahirî şekil, görü-
nürdeki şekil, görünen suret, şe-
kil, tarz.
şefaat:
birinden başkasının ku-
surlarının veya suçunun bağışlan-
masını dileme.
şefkat:
acıyarak ve esirgeyerek
sevme, içten ve karşılıksız mer-
hamet.
şükür:
Allah’ın nimetlerine karşı
memnunluk gösterme, gerek dil
ile gerekse hal ile Allah’ı hamd
etme.
taayyün:
meydana çıkma, belli
olma, belirlenme.
tesadüf:
rastlantı, bir şeyin ken-
diliğinden meydana gelmesi.
ubudiyet:
kulluk.
zahiren:
görünüşte.
zayi:
elden çıkmış, zarar, ziyan.
zîhayat:
hayat sahibi.
zîruh:
ruh sahibi, ruhlu, canlı, ha-
yattar.
ziyade:
Artma, çoğalma.
ahiret:
dünya hayatından son-
ra başlayıp ebediyen devam
edecek olan ikinci hayat.
alîm-i Hafîz:
her şeyi bilerek
hıfzeden, koruyan Cenab-ı Hak.
cemiyetli:
bir çok şeyi bir ara-
da bulunduran, pek çok özel-
likleri içine alan, kapsamlı.
cüz’î:
küçük, az; bütüne ait
olmayan, özel.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
dergâh:
sığınılacak yer; büyük
bir huzura girilecek kapı.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
düstur:
kanun, kural, esas,
prensip.
ecel:
her canlının Allah tara-
fından takdir edilen ölüm vak-
ti.
fışkı:
taze hayvan gübresi.
gaflet-i mutlaka:
nefsine ve
hevesatına uyarak Allah’ı ve
emirlerini unutma; iman ve İs-
lâmdan, hak ve hakikatten ga-
fil olma.
gayet:
son derece.
gayr-i muayyen:
belirsiz, be-
lirli olmayan, tespit edilme-
miş.
gurup:
batma, batış.
hakikat:
gerçek, asıl, esas.
hamd:
Allah’a karşı şükran ve
memnuniyetini onu överek
bildirme.
hazine:
zengin ve değerli kay-
nak.
hikmet:
İlâhî gaye, yüksek bil-
gi, fayda.
ihtimal:
olabilirlik.
iltica:
sığınma, güvenme, da-
yanma.
kanun:
yasa.
kat’î:
kesin, şüpheye ve te-
reddüde mahal bırakmayan.
kıyamet:
bütün kâinatın Al-