Şualar - page 1056

İşte, buna kıyasen risale-i nur’da pek çok muvazene-
lerle ispat edilmiştir ki, ehl-i sefahat ve dalâlet, dünyada
dahi bir manevî cehennem içinde azap çekerler ve ehl-i
iman ve salâhat, dünyada dahi bir manevî cennet içinde,
İslâmiyet ve insaniyet midesiyle ve imanın tecelliyat ve cil-
veleriyle, manevî bir cennet lezzetleri tadabilir, belki de-
rece-i imanlarına göre istifade edebilirler. Fakat, bu fırtı-
nalı zamanın hissi iptal eden ve beşerin nazarını afaka da-
ğıtan ve boğan cereyanlar, iptal-i his nev’inden bir ser-
semlik vermiş ki, ehl-i dalâlet manevî azabını muvakka-
ten tam hissedemiyor. ehl-i hidayete dahi gaflet basıyor,
hakikî lezzetini tam takdir edemiyor.
Bu asırda ikinci dehşetli hâl: eski zamanda küfr-i mut-
lak ve fenden gelen dalâletler ve küfr-i inadîden gelen te-
merrüt, bu zamana nispeten pek az idi. onun için, eski
İslâm muhakkiklerinin dersleri, hüccetleri o zamanlarda
tam kâfi olurdu. küfr-i meşkûkü çabuk izale ederlerdi.
Allah’a iman umumî olduğundan, Allah’ı tanıttırmakla
ve cehennem azabını ihtar etmekle çokları sefahatler-
den, dalâletlerden vazgeçebilirlerdi. Şimdi ise, eski za-
manda bir memlekette bir kâfir-i mutlak yerine, şimdi bir
kasabada yüz tane bulunabilir. eskide, fen ve ilimle dalâ-
lete girip inat ve temerrütle hakaik-i imana karşı çıkana
nispeten şimdi yüz derece ziyade olmuş. Bu mütemerrit
inatçılar, firavunluk derecesinde bir gururla ve dehşetli
dalâletleriyle hakaik-ı imaniyeye karşı muaraza
ettiklerinden, elbette bunlara karşı atom bombası gibi bu
dünyada onların temellerini parça parça edecek bir
afak:
bütün dünya, gözle görülen
âlem.
asr:
yüzyıl.
azap:
günahlara karşı kabirde ve
ahirette çekilecek ceza.
beşer:
insanlık.
cereyan:
akım, fikir, sanat veya
siyaset hareketi.
cilve:
tecelli, görüntü.
dalâlet:
iman ve İslâmiyetten ay-
rılmak, azmak, doğru yoldan ay-
rılma, azma, batıla yönelme.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
derece-i iman:
imanın derecesi.
ehl-i dalâlet:
dalâlet ehli; yoldan
çıkanlar, azgın ve sapkın kimse-
ler.
ehl-i hidayet:
hidayette ve doğru
yolda olanlar, hidayete erişmiş
kimseler.
ehl-i iman:
inananlar, iman sa-
hipleri.
ehl-i salâhat:
salih kimseler, na-
muslu, doğru, adaletli olan kim-
seler.
ehl-i sefahat:
sefihler, nefsî zevk
ve lezzetleri çok masraf yapanlar.
fen:
tecrübî, ispatla meydana gel-
miş ilimlere verilen genel ad.
firavunluk:
nefsini ve benliğini fi-
ravun gibi ilâh seviyesine çıkara-
cak derecede büyük görme.
gaflet:
dikkatsizlik, endişesizlik,
Allah’tan uzaklaşıp nefsin arzula-
rına dalmak.
hakaik-ı iman:
iman hakikatleri.
hakaik-ı imaniye:
imana ait ha-
kikatler, imanî gerçekler.
hakikî:
gerçek.
hâl:
durum, vaziyet.
hüccet:
delil.
ihtar:
hatırlatma, uyarı.
ilim:
bilgi, marifet.
iman:
inanma, itikat.
inat:
bir konuda ısrarlı olma, sö-
zünde ayak direme.
insaniyet:
insanlık, insanlık mahi-
yeti.
iptal:
boş, hükümsüz bırakma.
iptal-i hiss:
hissin iptali, duyarlılı-
ğı yitirme.
ispat:
doğruyu delillerle göster-
me.
istifade:
faydalanma, yararlanma.
izale:
giderme, ortadan kaldırma.
kâfi:
yeter, el verir.
kâfir-i mutlak:
.
kıyasen:
kıyas ederek, karşılaştı-
rarak.
küfr-i inadî:
inada dayalı küfür,
inattan doğan küfür, inattan
kaynaklanan küfür; gerçekleri
görmek istememe.
küfr-i meşkûk:
şüpheli küfür,
“Acaba yanlış mı düşünüyo-
rum, yoksa Allah var mı?” di-
ye şüpheye düşme.
küfr-i mutlak:
kayıtsız şartsız
küfür, mutlak küfür, hiç bir
imanî hükmü, delili, hakikati
kabul etmeme, kesin ve tam
bir inkâr.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
muaraza:
birbirine karşı gel-
me, söz ile karşılıklı mücade-
le.
muhakkik:
tahkik eden, ger-
çeği araştırıp bulan, bir şeyin
iç yüzünü inceleyerek vakıf
olan.
muvakkaten:
geçici olarak.
muvazene:
birbirini yok eden
kuvvetlerin tesiriyle meydana
gelen sakinlik hâli.
mütemerrit:
temerrüt eden,
inatçı, kötü fiilinde inatlaşan.
nazar:
bakış, fikir.
nevi:
çeşit, tür.
nispeten:
nispetle, kıyaslaya-
rak.
sefahet:
zevk, eğlence ve ya-
sak şeylere düşkünlük, sefih-
lik.
sersem:
başı dönmüş, aklı ve
zihni karışmış olan.
takdir:
bir şeyin değerini, kıy-
metini, lüzumunu anlama.
tecelliyat:
tecelliler, görüntü-
ler.
temerrüt:
inat etme, karşı
koyma, hakkı kabulde diren-
me, inatçılık, dik başlılık.
umumî:
herkesle ilgili, genel.
ziyade:
çok, fazla.
o
n
B
eŞinci
Ş
ua
| 1056 | Şualar
1...,1046,1047,1048,1049,1050,1051,1052,1053,1054,1055 1057,1058,1059,1060,1061,1062,1063,1064,1065,1066,...1581
Powered by FlippingBook