Meselâ, ayet-i nur’da, seyahat-i hayaliye ile hakikat ola-
rak gördüğüm vaziyetleri gayet kısaca işaret edeceğiz.
tafsilini isteyen,
Sikke-i Gaybiye’
nin ahirine baksın.
ezcümle, o seyahat-i hayaliyede, rızka muhtaç hayva-
nat âlemini gördüğüm vakit, maddî felsefe ile baktım,
hadsiz ihtiyacat ve şiddetli açlıklarıyla beraber zaaf ve acz-
leri, o zîhayat âlemini bana çok acıklı ve elîm gösterdi.
ehl-i dalâlet ve gafletin gözüyle baktığımdan feryat eyle-
dim. Birden hikmet-i kur’âniye ve imanın dürbünü ile
gördüm ki, rahman ismi rezzak burcunda, parlak bir gü-
neş gibi tulû etti. o aç, bîçare zîhayat âlemini rahmet ışı-
ğıyla yaldızladı.
sonra hayvanat âlemi içinde yavruların zaaf ve acz ve
ihtiyaç içinde çırpındıkları hazin, elîm ve herkesi rikkat ve
acımaya getirecek bir karanlık içinde diğer bir âlemi gör-
düm. ehl-i dalâletin nazarıyla baktığıma eyvah dedim. Bir-
den iman bana bir gözlük verdi; gördüm ki, rahîm ismi
şefkat burcunda tulû etti. o kadar güzel ve şirin bir suret-
te o acı âlemi sevinçli âleme çevirip ışıklandırdı ki, şekva
ve acımak ve hüzünden gelen göz yaşlarımı, sevinç ve
şükrün lezzetlerinden gelen damlalara çevirdi.
sonra sinema perdesi gibi insan âlemi bana göründü.
ehl-i dalâletin dürbünü ile baktım. o âlemi o kadar
karanlıklı, dehşetli gördüm ki, kalbimin en derinliklerin-
den feryat ettim, eyvah dedim. Çünkü, insanlarda ebede
uzanıp giden arzuları, emelleri ve kâinatı ihata eden
Şualar | 1053 |
o
n
B
eŞinci
Ş
ua
iman:
inanma, itikat.
kâinat:
evren; yaratılmış olan şey-
lerin tamamı, bütün âlemler.
maddî:
madde ile alâkalı, cisma-
nî.
meselâ:
örneğin.
nazar:
bakış, fikir.
rahîm:
sonsuz merhamet sahibi
olan Allah.
rahman:
sonsuz merhamet sahi-
bi ve şefkatle bütün varlıkları rı-
zıklandıran Allah.
rahmet:
şefkat, merhamet, bağış-
lama ve esirgeyicilik.
rezzak:
bütün yaratılmışların rız-
kını veren ve ihtiyaçlarını karşıla-
yan Allah.
rızık:
yiyecek, içecek şey, azık.
rikkat:
acıma, incelik, yumuşaklı-
lık.
seyahat-ı hayaliye:
hayal ile ya-
pılan yolculuk.
sure:
Kur’ân-ı Kerîm’in ayrıldığı
114 bölümden her biri.
suret:
biçim, tarz, görünüş.
şefkat:
acıyarak ve esirgeyerek
sevme, içten ve karşılıksız mer-
hamet.
şekva:
şikâyet.
şükür:
Allah’ın nimetlerine karşı
memnunluk gösterme, gerek dil
ile gerekse hal ile Allah’ı hamd
etme.
tafsil:
etraflıca bildirme, uzun uza-
dıya anlatma, açıklama.
tulû:
doğma, doğuş.
vaziyet:
durum.
yaldız:
süs.
zaaf:
zayıflık, kuvvetsizlik.
zîhayat:
hayat sahibi.
acz:
zayıflık, güçsüzlük.
ahir:
son.
ahiret:
dünya hayatından son-
ra başlayıp ebediyen devam
edecek olan ikinci hayat.
âlem:
varlık sınıflarından her
biri.
arzu:
bir şeye karşı duyulan
istek, heves.
ayet-i Nur:
Nur ayeti; Nur Su-
resi 35. ayet.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
burç:
.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
ebed:
sonsuzluk, daimîlik.
ehl-i dalâlet:
dalâlet ehli; yol-
dan çıkanlar, azgın ve sapkın
kimseler.
ehl-i gaflet:
dünyaya daldı-
ğından dolayı ahiretin farkın-
da olmayan.
elîm:
şiddetli, çok dert ve ke-
der veren.
emel:
şiddet arzu, ümit.
eyvah:
Yazık, heyhat!”.
ezcümle:
bu cümleden ola-
rak.
felsefe:
madde ve hayatı baş-
langıç ve gaye bakımından in-
celeyen ilim.
feryat:
yardım istemek için
yüksek sesle bağırma, çağır-
ma.
gayet:
son derece.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hakikat:
gerçek.
hayvanat:
hayvanlar.
hazin:
hüzünlü, acıklı.
hikmet-i Kur’âniye:
Kur’ân’a
mahsus hikmet, Kur’ân’ın hik-
meti.
hüzün:
keder, tasa, gam.
ihata:
kuşatma, içine alma.
ihtiyacat:
ihtiyaçlar, lüzumlu
olan şeyler.