Şualar - page 1055

dalâlette manevî bir cehennem bu dünyada da vardır, ya-
kinen bildim.
sonra küre-i arzın âlemi göründü. o seyahat-i hayali-
yemde dine itaat etmeyen felsefenin, karanlıklı kavanin-i
ilmiyeleri, hayalime dehşetli bir âlem gösterdi. Yetmiş
defa top güllesinden daha sür’atli hareketiyle, yirmi beş
bin sene mesafeyi bir senede gezip devreden ve her va-
kit dağılmaya ve parçalanmaya müstait (kabil) ve içi zel-
zeleli, çok ihtiyar ve çok yaşlı küre-i arz içinde ve o deh-
şetli gemi üstünde kâinatın hadsiz boşluğunda seyahat
eden bîçare nev-i insan (vaziyeti) bana pek vahşetli bir
karanlık içinde göründü, başım döndü, gözüm karardı.
Felsefenin gözlüğünü yere vurdum, kırdım. Birden hik-
met-i kur’âniye ve imaniye ile ışıklanmış bir göz ile bak-
tım, gördüm ki:
Hâlık-ı Arz ve Semavat’
ın
Kadîr, Alîm,
Rab, Allah
ve
Rabbüssemavati Ve’l-arz
ve
Musahhi-
rüşşemsi Ve’l-kamer
isimleri, rahmet, azamet, rububiyet
burçlarında güneş gibi tulû ettiler. o karanlıklı, vahşetli,
dehşetli âlemi öyle ışıklandırdılar ki, o hâlette, benim
imanlı gözüme küre-i arz gayet muntazam, musahhar,
mükemmel, hoş, emniyetli, herkesin erzakı içinde bir se-
yahat gemisi ve tenezzüh ve keyif ve ticaret için mühey-
ya edilmiş ve zîruhları güneşin etrafında, memleket-i
rabbaniyede gezdirmek ve yaz ve bahar ve güzün mah-
sulâtını rızık isteyenlere getirmek için bir gemi, bir tayya-
re, bir şimendifer hükmünde gördüm. küre-i arzın zerra-
tı adedince
(1)
p
¿Én
Á/
’r
G p
án
ªr
©p
f '
¤n
Y ! o
ór
ªn
ër
dn
G
dedim.
Şualar | 1055 |
o
n
B
eŞinci
Ş
ua
kabil:
yetişebilir, istidatlı.
Kadîr:
kudret sahibi olan ve her
şeye gücü yeten Allah.
kâinat:
evren; yaratılmış olan şey-
lerin tamamı, bütün âlemler.
kavanin-i ilmiye:
ilmin kanunları,
ilimle ilgili kanunlar.
küre-i arz:
yer küre, dünya.
mahsulât:
meydana gelen, elde
edilen şeyler; meyveler, ürünler.
manevî:
manaya ait, maddî ol-
mayan.
memleket-i rabbaniye:
Cenab-ı
Hakkın şefkat ve merhametle ter-
biye ve idaresinin hüküm sürdüğü
memleket.
mesafe:
uzaklık, ara.
muntazam:
nizamlı, intizamlı,
düzenli ve düzgün biçimde.
musahhar:
boyun eğen, emir al-
tına giren, istenilen hâle konul-
muş.
Musahhirüşşemsi Ve’l-kamer:
Gü-
neşi ve Ay’ı kendine boyun eğ-
diren Allah.
müheyya:
hazır, hazırlanmış, ama-
de.
müstait:
istidatlı, kabiliyetli, bir
şeye kabiliyetli olan, yetenekli.
nev’i insan:
insan türü, insanoğ-
lu.
rab:
besleyen, yetiştiren, verdiği
nimetlerle mahlûkatı ıslah ve ter-
biye eden Allah.
rabbüssemavati Ve’l-arz:
yer-
lerin ve göklerin Rabbi olan Allah.
rahmet:
şefkat, merhamet, bağış-
lama ve esirgeyicilik.
rızık:
yiyecek, içecek şey, azık.
rububiyet:
Cenab-ı Hakkın her za-
man, her yerde, her mahlûka muh-
taç olduğu şeyleri vermesi, onu
terbiye etmesi ve idaresi altında
bulundurma vasfı.
seyahat-ı hayaliye:
hayal ile ya-
pılan yolculuk.
şimendifer:
tren.
tayyare:
uçak.
tenezzüh:
gezinti, eğlenmek
amacıyla yapılan gezinti.
tulû:
doğma, doğuş.
vahşet:
ürkütücü ve korkunç olan
şey.
vaziyet:
durum.
yakinen:
yakîn olarak, şüpheye
düşmeden bilme.
zelzele:
yer sarsıntısı, deprem.
zerrat:
zerreler, atomlar.
zîruh:
ruh sahibi, ruhlu, canlı,
hayattar.
âlem:
varlık sınıflarından her
biri.
alîm:
her şeyi hakkıyla bilen
Allah.
azamet:
büyüklük.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
burç:
.
dalâlet:
Hak ve hakikatten
sapma, doğru yoldan ayrılma,
azma.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
devir:
dönüp dolaşma.
emniyet:
güvenlik.
erzak:
yiyecek, içecek, azık-
lar.
felsefe:
madde ve hayatı baş-
langıç ve gaye bakımından in-
celeyen ilim.
gayet:
son derece.
gülle:
top mermisi.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hâlet:
hâl, durum.
Hâlık-ı arz ve Semavat:
yeri
ve göğü yaratan, yoktan var
eden, Allah.
hikmet-i imaniye:
iman esas-
larının hikmeti.
hikmet-i Kur’âniye:
Kur’ân’a
mahsus hikmet, Kur’ân’ın hik-
meti.
hükmünde:
değerinde, yerin-
de.
iman:
inanma, itikat.
itaat:
söz dinleme, boyun eğ-
me, emre uygun hareket et-
me.
1.
İman nimetinden dolayı Allah’a hamd olsun.
1...,1045,1046,1047,1048,1049,1050,1051,1052,1053,1054 1056,1057,1058,1059,1060,1061,1062,1063,1064,1065,...1581
Powered by FlippingBook