Şualar - page 1062

mana-i sarihinin tahtında müteaddit tabakalar var. Bir ta-
bakası da mana-i işarî ve remzîdir. Ve o mana-i işarî de
bir küllîdir; her asırda cüz’iyatları var. Ve risale-i nur da-
hi bu asırda o mana-i işarî tabakasının külliyetinde bir fert-
tir. ve o ferdin, kasten bir medar-ı nazar olduğuna ve
ehemmiyetli bir vazife göreceğine, eskiden beri ulema
beyninde bir düstur-i cifrî ve riyazî ile karineler, belki hüc-
cetler gösterilmişken, kur’ân’ın ayetine veya sarahatine,
değil incitmek, belki i’caz ve belâgatine hizmet ediyor. Bu
nevi işarat-ı gaybiyeye itiraz edilmez. ehl-i hakikatin ni-
hayetsiz işarat-ı kur’âniyeden had ve hesaba gelmeyen
istihraçlarını inkâr edemeyen, bunu da inkâr etmemeli ve
edemez.
Amma benim gibi ehemmiyetsiz bir adamın elinde
böyle ehemmiyetli bir eserin zuhur etmesini istiğrap ve
istib’at edip böyle itiraz eden zat, eğer buğday tanesi ka-
dar çam çekirdeğinden dağ gibi çam ağacını halk eyle-
mek azamet ve kudret-i İlâhiyeye delil olduğunu düşün-
se, elbette bizim gibi âciz-i mutlak ve fakr-ı mutlakta
böyle ihtiyac-ı şedit zamanında böyle bir eser zuhuru,
vüs’at-i rahmet-i İlâhiyeye delildir demeye mecbur olur.
Ben sizi ve muterizleri risale-i nur’un şeref ve haysiye-
tiyle temin ediyorum ki, bu işaretler ve evliyanın imalı
haberleri, remizleri, beni daima şükre ve hamde ve ku-
surlarımdan istiğfara sevk etmiş. Hiçbir vakitte ve hiçbir
dakika nefs-i emmareme medar-ı fahir ve gurur olacak
bir enaniyet ve benlik vermediğini, size bu yirmi sene
âciz-i mutlak:
tam âciz, her ba-
kımdan güçsüz, zayıf.
amma:
ama, lâkin, ancak.
asr:
yüzyıl.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümlesi.
azamet:
büyüklük.
belâgat:
söz ve yazıda sanatlı ve
tesirli ifade; sözün güzel olmakla
beraber yerinde, hâl ve makama
uygun olması.
beyn:
arasında.
cüz’iyat:
parçaya ait olan şeyler.
delil:
bir davayı ispata yarayan
şey, bürhan.
düstur-i cifrî:
cifir kaidesi..
düstur-i riyazî:
matematik kaide-
si.
ehemmiyetli:
önemli.
ehemmiyetsiz:
önemsiz.
ehl-i hakikat:
hakikati arzulayan-
lar, gerçeği bulup onun peşinden
gidenler; Allah adamı.
enaniyet:
kendini beğenme, ben-
cillik, egoistlik.
evliya:
veliler, Allah dostları.
fakir-i mutlak:
sonsuz ihtiyaç için-
de olan.
had ve hesaba gelmeme:
sayısız
ve sınırsız olma.
halk:
yaratma, yaratış.
hamd:
Allah’a karşı şükran ve
memnuniyetini onu överek bildir-
me.
haysiyet:
şeref, onur, itibar.
hüccet:
delil.
i’caz:
mu’cizelik, insanların ben-
zerini yapmaktan âciz kaldıkları
şeyi yapmak.
ihtiyac-ı şedit:
çok şiddetli ihti-
yaç, şiddetli muhtaç oluş.
ima:
dolaylı, üstü kapalı ifade et-
me.
istib’at:
uzak görme, ihtimal ver-
meme, olmayacak sanma, akıl-
dan uzak görme.
istiğfar:
tevbe etme, Allah’tan gü-
nahlarının bağışlanmasını isteme.
istiğrap:
şaşırma, şaşma, garip bul-
ma, hayret etme.
istihraç:
bir şeyden bir şey çıkar-
ma, sonuç çıkarma, mana çıkar-
ma.
işarat-ı gaybiye:
gaypla ilgili işa-
retler; Hz. Peygamber, müçtehit
imamlar tarafından gayba ait ve-
rilen haberler, işaret yolu ile yapı-
lan açıklamalar.
işarat-ı Kur’âniye:
Kur’ân’ın işa-
retleri.
itiraz:
kabul etmediğini belirtme,
karşı çıkma.
karine:
işaret, ipucu, iz, delil.
kudret-i İlâhiye:
Allah’ın kudreti,
Allah’ın kudretiyle yaptığı işler, fi-
iller, tasarruflar.
küllî:
umumî, genel, bütün
olan.
külliyet:
bütünlük, umumîlik.
mana-i işarî:
yazı ve işaret-
lerle ifade edilen mana.
mana-i remzî:
işaretlerle an-
latılmak istenen mana.
mana-i sarih:
açık mana, re-
miz ve ima yoluyla değil açık
anlatım.
mana-i işarî:
yazı ve işaret-
lerle ifade edilen mana.
medar-ı fahir:
övünme sebe-
bi.
medar-ı nazar:
göz önünde
bulundurulması gereken.
muteriz:
itiraz eden, karşı çı-
kan, itirazcı.
müteaddit:
çeşitli, bir çok.
nefs-i emmare:
insanı kötü-
lüğe sürükleyen nefis, insana
kötü ve günah olan işlerin ya-
pılmasını emreden nefis.
nevi:
çeşit, tür.
remiz:
bir manayı ifade eden
veya bir manaya delâlet eden
işaret ve şekil.
sarahat:
sarihlik, açıklık, be-
lirlilik.
sevk:
yöneltme.
şükür:
Allah’ın nimetlerine kar-
şı memnunluk gösterme, ge-
rek dil ile gerekse hâl ile Al-
lah’ı hamd etme.
taht:
alt.
temin:
güvenlik, emniyet his-
si verme, şüphe ve korkuyu
giderme.
vüs’at-i rahmet-i İlâhiye:
Ce-
nab-ı Hakkın rahmet ve mer-
hametinin genişliği, büyüklü-
ğü.
zuhur:
görünme, belli olma,
ortaya çıkma.
o
n
B
eŞinci
Ş
ua
| 1062 | Şualar
1...,1052,1053,1054,1055,1056,1057,1058,1059,1060,1061 1063,1064,1065,1066,1067,1068,1069,1070,1071,1072,...1581
Powered by FlippingBook