cevabı bir parça izah edeceğim ve “ne için izhar ediyo-
rum? Ve ne için bu noktada bu kadar tahşidat yapıyo-
rum? Ve ne için birkaç aydır bu mevzuda çok ileri gidiyo-
rum? ekser mektuplar o keramete bakıyor?” diye sual
edildi.
El cevap
: risale-i nur’un hizmet-i imaniyesinde bu za-
manda binler tahribatçılara mukabil yüz binler tamiratçı
lâzım gelirken, hem benimle lâakal yüzer kâtip ve yardım-
cı bulunmak ihtiyaç varken, değil çekinmek ve temas et-
memek, belki millet ve ehl-i idare takdirle ve teşvikle yar-
dım ve temas etmek zarurî iken ve o hizmet-i imaniye ha-
yat-ı bâkiyeye baktığı için hayat-ı fâniyenin meşgaleleri-
ne ve faydalarına tercih etmek ehl-i imana vacip iken,
kendimi misal alarak derim ki:
Beni her şeyden ve temastan ve yardımcılardan men
etmekle beraber aleyhimizde olanlar bütün kuvvetleriyle
arkadaşlarımın kuvve-i maneviyelerini kırmak ve benden
ve risale-i nur’dan soğutmak ve benim gibi ihtiyar, has-
ta, zayıf, garip, kimsesiz bîçareye, binler adamın görece-
ği vazifeyi başına yüklemek ve bu tecrit ve tazyiklerde
maddî bir hastalık nev’inde insanlar ile temas ve ihtilâttan
çekilmeye mecbur olmak, hem o derece tesirli bir tarzda
halkları ürküttürmekle kuvve-i maneviyeyi kırmak cihet-
leriyle ve sebepleriyle, ihtiyârım haricinde, bütün o mâ-
nilere karşı risale-i nur Şakirtlerinin kuvve-i maneviye-
lerinin takviyesine medar ikramat-ı İlâhiyeyi beyan ede-
rek risale-i nur etrafında manevî bir tahşidat yaptırmak
ve risale-i nur kendi kendine, tek başıyla, başkalarına
Şualar | 1059 |
o
n
B
eŞinci
Ş
ua
güç, moral.
lâakal:
en azından, daha aşağı ol-
maz, en az, hiç olmazsa.
maddî:
madde ile alakalı, cisma-
nî.
manevî:
manaya ait, maddî ol-
mayan.
mâni:
engel.
mecbur:
zorunlu olma, zorunda
kalma.
medar:
dayanak noktası, sebep,
vesile.
men:
yasak etme, engelleme, mâ-
ni olma.
meşgale:
iş güç, iş, uğraş, meşgu-
liyet, meşgul olunan şey.
mevzu:
konu.
misal:
örnek.
mukabil:
karşılık.
nevi:
çeşit, tür.
sual:
soru.
sure:
Kur’ân-ı Kerîm’in ayrıldığı
114 bölümden her biri.
şakirt:
talebe, öğrenci.
tahribat:
tahripler, yıkıp bozma-
lar.
tahşidat:
yığmalar, biriktirmeler,
toplamalar.
takdir:
kıymet verme, beğenme.
takviye:
kuvvetlendirme, sağlam-
laştırma, teyit ve tasdik etme.
tamirat:
onarım.
tarz:
biçim, şekil, suret.
tazyik:
zorlama, baskı, sıkıntı ver-
me.
tecrit:
bir kişinin başka bir insan
veya nesneyle olan ilişkisini kes-
me.
tenzih:
Allah’ı şanına lâyık olma-
yan şeylerden, her türlü eksik ve
noksandan uzak ve yüce tutma,
münezzeh sayma.
tesbih:
Allah’ı bütün kusur ve nok-
san sıfatlardan uzak tutma, Ce-
nab-ı Hakkı şanına lâyık ifadelerle
anma.
vacip:
zorunlu.
vazife:
görev.
zaif:
zayıf, güçsüz, kuvvetsiz, ta-
katsiz, dermansız.
zarurî:
zorunlu.
aleyh:
karşı, karşıt.
beyan etmek:
açıklamak, bil-
dirmek, izah etmek.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
cihet:
yön.
ehl-i idare:
idare edenler, dev-
leti yönetenler.
ehl-i iman:
inananlar, iman
sahipleri.
ekser:
pek çok.
elcevap:
cevap olarak.
faide:
fayda.
garip:
kimsesiz, zavallı.
hariç:
bir şeyin dışı, dışarısı,
dışta kalan.
hayat-ı bakıye:
bâkî olan, son-
suz hayat, ahiret hayatı.
hayat-ı fânîye:
fânî hayat, so-
nu olan hayat.
hizmet-i imaniye:
imana ait
hizmet, iman ve Kur’ân haki-
katlerinin ikna edici ve ilmî
delillerle anlaşılmasına hizmet
etme.
ihtilât:
karışıp görüşme, ilişki-
de bulunma, beraber yaşama.
ihtiyar:
irade, tercih; kendi is-
tek ve arzularına göre hare-
ket etme.
ikramat-ı İlâhiye:
Cenab-ı Hak-
kın ikramları, nimetleri, bağış-
ları.
İsra:
Kur’ân-ı Kerîm’in 17. su-
residir. Mekke’de nazil olmuş-
tur.
izah:
açıklama, ayrıntıları ile
anlatma.
izhar:
ortaya koyma, açığa çı-
karma, gösterme.
kâtip:
yazıcı.
keramet:
ermişçesine yapılan
iş, hareket veya söylenen söz,
fikir.
kusur:
eksiklik, noksan, özür.
kuvve-i manevîye:
manevî