bir tohumu olduğunu gösteren nurun o gibi parçaları, kı-
sacık bir tarzda, bir mecmuacık olarak yazılacak, inşaal-
lah neşredilecek.
Said Nursî
HD
(2)
/
?p
ór
ªn
ëp
H o
í u
Ñ° n
ùo
j s
’p
G m
A r
Àn
T r
øp
e r
¿p
Gn
h
(1)
@ o
¬n
fÉn
ë r
Ñ° o
S /
¬p
ª° r
SÉp
H
Aziz, Sıddık, Sarsılmaz, Sebatkâr, Fedakâr,
Vefadar Kardeşlerim!
Bilirsiniz ki, Ankara ehl-i vukufu risale-i nur’a ait ke-
rametleri ve işaret-i gaybiyeleri inkâr edememişler. Yal-
nız, yanlış olarak o kerametlerde beni hissedar zannedip
itiraz ederek, “Böyle şeyler kitapta yazılmamalı idi; kera-
met izhar edilmez” diye hafif bir tenkide mukabil müda-
faatımda onlara cevaben demiştim ki:
onlar bana ait değil ve o kerametlere sahip olmak be-
nim haddim değil. Belki kur’ân’ın mu’cize-i maneviyesi-
nin tereşşuhatı ve lem’alarıdır ki, hakikî bir tefsiri olan
risale-i nur’da kerametler şeklini alarak, şakirtlerinin
kuvve-i maneviyelerini takviye etmek için, ikramat-ı İlâ-
hiye nev’indendir. İkram ise, izharı bir şükürdür, caizdir,
hem makbuldür. Şimdi ehemmiyetli bir sebebe binaen
aziz:
muhterem, saygın.
binaen:
-den dolayı, bu sebep-
ten.
caiz:
yapılması veya yapılmama-
sında sakınca olmayan, uygun.
cevaben:
cevap olarak, karşılık
şeklinde.
ehemmiyetli:
önemli.
ehl-i vukuf:
bir mesele hakkında
bilgi ve yetki sahibi olanlar, hâ-
kimler.
fedakâr:
kendini veya şahsî men-
faatlerini hiçe sayan, feda eden.
hakikî:
gerçek.
hissedar:
hisse sâhibi, hissesi olan.
ikram:
bağış, ihsan.
ikramat-ı İlâhiye:
Cenab-ı Hakkın
ikramları, nimetleri, bağışları.
inkâr:
reddetme, inanmama, ka-
bul ve tasdik etmeme.
inşaallah:
‘Allah izin verirse’ ma-
nasında kullanılan bir dua.
işaret-i gaybiye:
gaypla ilgili işa-
ret; Hz. Peygamber, müçtehit
imamlar tarafından gayba ait ve-
rilen haberler, işaret yolu ile yapı-
lan açıklamalar.
itiraz:
kabul etmediğini belirtme,
karşı çıkma.
izhar:
ortaya koyma, açığa çıkar-
ma, gösterme.
keramet:
ermişçesine yapılan iş,
hareket veya söylenen söz, fikir.
kuvve-i manevîye:
manevî güç,
moral.
lem’a:
parıltı.
makbul:
kabul edilmiş olan, iste-
nilen.
mecmua:
toplanıp, biriktiril-
miş, düzenlenmiş şeylerin hep-
si.
mu’cize-i manevîye:
mane-
viyatla ilgili mu’cize.
mukabil:
karşılık.
müdafaat:
müdafaalar, savun-
malar.
neşir:
kitap yazma, basma, çı-
karma; herkese duyurma, yay-
ma.
nevi:
çeşit, tür.
sebatkâr:
sebat eden, sözün-
de ve kararında duran, vaz-
geçmeyen, sebatlı.
sıddık:
çok doğru, dürüst, hak-
kı ve hakikati tereddütsüz ka-
bullenen.
şakirt:
talebe, öğrenci.
şükür:
Allah’ın nimetlerine kar-
şı memnunluk gösterme, ge-
rek dil ile gerekse hâl ile Al-
lah’ı hamd etme.
takviye:
kuvvetlendirme, sağ-
lamlaştırma, teyit ve tasdik
etme.
tarz:
biçim, şekil, suret.
tefsir:
açıklama, izah.
tenkit:
eleştirme.
tereşşuhat:
damlamalar, sı-
zıntılar.
vefakâr:
vefalı, vefa gösteren.
1.
Her türlü kusur ve noksandan uzak olan Allah’ın adıyla.
2.
Hiçbir şey yoktur ki Onu övüp Onu tesbih etmesin. (İsra Suresi: 44.)
o
n
B
eŞinci
Ş
ua
| 1058 | Şualar