tasavvurat ve efkârları ve ebedî beka ve saadet-i ebediye-
yi ve cenneti gayet ciddî isteyen himmetleri ve fıtrî isti-
datları ve had konulmayan ve serbest bırakılan fıtrî kuv-
veleri ve hadsiz maksatlara müteveccih ihtiyaçları ve za-
af ve aczleriyle beraber hücumlarına maruz kaldıkları
hadsiz musibet ve a’dalarıyla beraber gayet kısa bir
ömür, her gün ve her saat ölüm endişesi altında, gayet
dağdağalı bir hayat, yaşamak için gayet perişan bir ma-
işet içinde kalbe, vicdana en elîm ve en müthiş hâlet olan
mütemadî zeval ve firak belâsını çekmek içinde ehl-i gaf-
let için zulümat-ı ebediye kapısı suretinde görülen kabre
ve mezaristana bakıyorlar. Birer birer ve taife taife o zu-
lümat kuyusuna atılıyorlar gördüm. İşte, bu insan âlemi-
ni bu zulümat içinde gördüğüm anda, kalb ve ruh ve
aklımla beraber bütün letaif-i insaniyem, belki bütün zer-
rat-ı vücudum feryat ile ağlamaya hazır iken, birden
kur’ân’dan gelen nur ve kuvvet-i iman o dalâlet gözlü-
ğünü kırdı, kafama bir göz verdi. gördüm ki, Cenab-ı
Hakkın
Âdil
ismi
Hakîm
burcunda,
Rahman
ismi
Kerîm
burcunda,
Rahîm
ismi
Gafur
burcunda, yani manasında,
Bais
ismi
Vâris
burcunda,
Muhyî
ismi
Muhsin
burcunda,
Rab
ismi
Malik
burcunda birer güneş gibi tulû ettiler. o
karanlıklı ve içinde çok âlemler bulunan insan âleminin
umumunu birden ışıklandırdılar, şenlendirdiler. cehen-
nemî hâletleri dağıtıp, nuranî ahiret âleminden pencere-
ler açıp o perişan insan dünyasına nurlar serptiler.
zerrat-ı kâinat adedince,
(1)
!o
ör
µ
°t
ûdn
G ,! o
ór
ªn
ër
dn
G
dedim.
Ve aynelyakin gördüm ki, imanda manevî bir cennet ve
acz:
zayıflık, güçsüzlük.
a’da:
düşmanlar.
Âdil:
adaletli olan, doğruluk gös-
teren Allah.
ahiret:
dünya hayatından sonra
başlayıp ebediyen devam edecek
olan ikinci hayat.
âlem:
varlık sınıflarından her biri.
aynelyakin:
gözle görür derecede
inanma; bir şeyi görerek ve sey-
rederek bilme.
Bais:
yeniden yaratan, dirilten Al-
lah.
beka:
bâkîlik, ebedîlik, sonsuzluk.
Cehennemî:
Cehenneme has,
Cehenneme ait, Cehennem gibi,
(sıcak veya yakıcı).
dağdağa:
gürültü, beyhude telâş
ve ıztırap.
dalâlet:
iman ve İslâmiyetten ay-
rılmak, azmak, doğru yoldan ay-
rılma, azma, batıla yönelme.
ebedî:
sonu olmayan, daimî, sürek-
li.
efkâr:
düşünceler, fikirler, görüş-
ler.
ehl-i gaflet:
dünyaya daldığından
dolayı ahiretin farkında olmayan.
elhamdülillâh:
Allah’a hamd ol-
sun, Allah’a şükür.
elîm:
şiddetli, çok dert ve keder
veren.
endişe:
kaygı.
eşşükrülillâh:
şükür Allah içindir.
feryat:
yardım istemek için yük-
sek sesle bağırma, çağırma.
fıtrî:
tabiî, yaratılıştaki, doğuştan.
firak:
ayrılık.
Gafur:
mağfiret eden, suç bağış-
layan, merhamet eden, günahları
bağışlayan Allah.
Hakîm:
her şeyi bir maksatla uy-
gun ve hikmetle yaratan, hikmet
sahibi Allah.
hâlet:
hâl, durum.
himmet:
manevî yardım, ihsan,
lütuf.
istidat:
kabiliyet, yetenek.
Kerîm:
ihsan ve ikramı bol olan
Allah.
kuvve:
gerçekleşmemiş, fakat ger-
çekleşme imkânı ve ihtimali olan
potansiyel.
kuvvet-i iman:
iman kuvveti.
letaif-i insaniye:
insanın manevî
duyguları.
maişet:
geçinme geçiniş, dirlik.
manevî:
manaya ait, maddî ol-
mayan.
maruz:
bir şeyin etkisi ve tesiri
altında bulunma.
mezaristan:
mezarlık.
Muhsin:
ihsan eden, iyilik yapan,
bağışta bulunan Allah.
Muhyî:
ölüleri dirilten, hayat veren
Allah.
mütemadî:
aralıksız, sürekli,
devamlı.
müteveccih:
bir cihete dönen,
yönelen.
rab:
yaratan, besleyen, yetiş-
tiren, verdiği nimetlerle mah-
lûkatı ıslah ve terbiye eden
Allah.
rahîm:
sonsuz merhamet sa-
hibi olan Allah.
rahman:
sonsuz merhamet
sahibi ve şefkatle bütün var-
lıkları rızıklandıran Allah.
ruh:
dirilik kaynağı, hayatın
temeli ve sebebi olan manevî
varlık.
saadet-i ebediye:
sonu ol-
mayan, sonsuz mutluluk.
tasavvurat:
tasavvurlar, düşün-
celer.
tulû:
doğma, doğuş.
Vâris:
bâkî olan, her şeyin
kendisine döneceği, vârislerin
en hayırlısı Allah (c.c.).
vicdan:
insanın içindeki iyiyi
kötüden ayırabilen ve iyilik
etmekten lezzet duyan ve
kötülükten elem alan manevî
bir his.
zerrat-ı kâinat:
kâinat zer-
releri, kâinattaki atomlar.
zerrat-ı vücut:
vücudun zer-
releri, molekülleri.
zeval:
yerinden ayrılıp gitme;
sona erme, yok olma.
zulümat:
karanlıklar.
zulümat-ı ebediye:
ebedî, son-
suz karanlıklar.
1.
Allah’a hamd olsun, Allah’a şükrolsun.
o
n
B
eŞinci
Ş
ua
| 1054 | Şualar