dördüncü asırda semavî lâmbalar ateşsiz yanarlar, ateş
dokunmadan parlarlar. onun zamanı yakındır.” Yani,
bin iki yüz seksen tarihine yakındır. İşte, bu cümle ile na-
sıl ki elektriğin hilâf-ı âdet keyfiyetini ve geleceğini rem-
zen beyan eder; aynen öyle de, manevî bir elektrik olan
Resaili’n-Nur
dahi gayet yüksek ve derin bir ilim olduğu
hâlde, külfet-i tahsile ve derse çalışmaya ve başka üstat-
lardan taallüm edilmeye ve müderrisînin ağzından iktibas
olmaya muhtaç olmadan, herkes derecesine göre o
ulûm-i âliyeyi, meşakkat ateşine lüzum kalmadan anlaya-
bilir, kendi kendine istifade eder, muhakkik bir âlim ola-
bilir. Hem işaret eder ki, resaili’n-nur Müellifi dahi ateş-
siz yanar, tahsil için külfet ve ders meşakkatine muhtaç
olmadan kendi kendine nurlanır, âlim olur.
evet, bu cümlenin bu mu’cizâne üç işaratı elektrik ve
Resaili’n-Nur
hakkında hak olduğu gibi, müellif hakkında
dahi ayn-ı hakikattir.
Tarihçe-i Hayat’
ını okuyanlar ve
hemşehrileri bilirler ki,
İzhar
kitabından sonraki medrese
usulünce on beş sene ders almakla okunan kitapları re-
saili’n-nur Müellifi yalnız üç ayda tahsil etmiş.
Hem, nasıl ki bu cümlenin manevî münasebet cihetin-
de kuvvetli ve letafetli işareti var; öyle de, cifrî ve ebcedî
tevafukuyla hem elektriğin zaman-ı zuhurunun kurbiyeti-
ni, hem
Resaili’n-Nur’
un meydana çıkması, hem de mü-
ellifinin velâdetini remzen haber veriyor. Bir lem’a-i i’caz
daha gösterir. Şöyle ki:
Şualar | 1073 |
B
irinci
Ş
ua
münasebet:
münasiplik, uygun ol-
ma.
nur:
aydınlık, parıltı, ışık.
remzen:
remiz ile, işaret ederek,
işaretle.
semavî:
Allah tarafından olan, İlâ-
hî.
taallüm:
öğrenme, belleme.
tahsil:
ilim öğrenme, bilgi edinme,
öğrenim.
tarihçe-i hayat:
bir şeyin veya in-
sanın doğumdan ölüme kadar ba-
şından geçen şeyler, biyografi.
tevafuk:
uygunluk; belli sıra, ölçü
ve münasebetler içerisinde birbi-
rine denk gelme.
ulûm-i âliye:
din ilimleri, dinden
bahseden tefsir, kıraat, hadis, fı-
kıh, kelâm gibi ilimler.
usul:
metot, düzen.
üstat:
öğretici, öğretmen.
velâdet:
doğma, doğuş.
zaman-ı zuhur:
görünme, ortaya
çıkma zamanı.
âlim:
ilim ile uğraşan, ilim ada-
mı.
asır:
yüzyıl.
ayn-ı hakikat:
hakikatin aslı,
gerçeğin tâ kendisi.
beyan etmek:
açıklamak, bil-
dirmek, izah etmek.
cifrî:
cifir hesabına ait.
cihet:
yön.
ebcedî:
ebcet hesabına ait.
gayet:
son derece.
hâk:
doğru, gerçek, hakikat.
hemşehri:
aynı şehirli, aynı
memleketli.
hilâf-ı âdet:
âdete aykırı.
iktibas:
alıntı.
ilim:
bilgi, marifet.
istifade:
faydalanma, yarar-
lanma.
işarat:
işaretler, haber verme-
ler.
keyfiyet:
bir şeyin nasıl oldu-
ğu, hâl, durum, iç yüz.
kurbiyet:
yakınlık, yakın ol-
ma, yakınlık kazanma.
külfet:
zahmet, sıkıntı.
külfet-i tahsil:
tahsilin, eğiti-
min getirdiği yük, tahsilin, öğ-
renmenin zorluğu.
lem’a-i i’caz:
acze düşüren pa-
rıltı, mu’cizelik parıltısı.
letafet:
lâtiflik, hoşluk, incelik.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
meşakkat:
zahmet, sıkıntı,
güçlük, zorluk.
mu’cizâne:
mu’cizeli bir şekil-
de.
muhakkik:
tahkik eden, ger-
çeği araştırıp bulan, bir şeyin
iç yüzünü inceleyerek vakıf
olan.
müderrisîn:
müderrisler, med-
rese hocaları, profesörler.
müellif:
eser telif eden, yazan.