Mevtin muammasını ve tılsımını risale-i nur ile o aç-
mış, o dehşetli yüzün altında ehl-i imana çok ünsiyetli, sü-
rurlu, nurlu bir hakikat keşfedip ispat etmiş. Ve mevtâlûd
hayat-ı fâniyede boğulan ehl-i ilhada karşı, bâkiyâne, ha-
yatâlûd, muvakkat bir mevt-i zahirî ile galibâne mukabe-
le eder.
(1)
p
äÉn
ªo
?t
¶dG?p
a o
¬o
?n
ãn
e r
øn
ªn
c
sırrına mazhar olan ehl-i ilhad,
gayrimeşru müştehiyatının ibahesiyle süslendirmesine
mukabil, risale-i nur, mevti o aldatıcı, fânî hayata karşı
çıkarıp lezzet ve ziynetini zirüzeber eder. Ve der ve ispat
eder ki: “
Mevt, ehl-i dalâlet için idam-ı ebedîdir. Ve o deh-
şetli darağacından kurtaran ve mevti mübarek bir terhis
tezkeresine çeviren yalnız Kur’ân ve imandır
.” İşte bunun
içindir ki, bu hakikat-i muazzama-i mevtiye, risale-i
nur’da gayet mühim ve geniş bir mevki almış, hatta ek-
ser hücumunda mevti elinde tutup ehl-i dalâletin başına
vurur, aklını başına getirmeye çalışır.
İkincisi
: ehl-i tarikatin ve bilhassa nakşîlerin dört esa-
sından biri ve en müessiri olan ratıba-i mevt eski said’i
Yeni said’e (
rA
) çevirmiş ve daima hareket-i fikriyede Ye-
ni said’e yoldaş olmuş. Başta
İhtiyarlar Risalesi
olarak,
risalelerde o rabıta, keşfiyatı göstere göstere, tâ ehl-i
iman hakkında mevtin nuranî ve hayattar ve güzel haki-
katini görüp gösterdi.
Üçüncüsü
: Bu ayet, cifir ve ebcet hesabıyla, her taraf-
ta said’e hücum eden üç çeşit mevtin temas zamanını ve
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümlesi.
bâkiyâne:
daimî, sonsuz bir şekil-
de.
cifir:
harflere verilen sayı kıymeti
ile geleceğe veya geçen hâdisele-
re, ibarelerden tarih veya isme da-
ir işaretler çıkarmak ilmî.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
ebcet:
ebcet, alfabedeki harflerin
kolaylıkla hatırda tutulmasını sağ-
lamak için eski dönemlerde geliş-
tirilmiş bir formül olup gerçekte
bir anlamı bulunmayan sekiz ke-
limenin ilki ebcet şeklinde okun-
duğu için bu adla anılmıştır.
ehl-i dalâlet:
dalâlet ehli; yoldan
çıkanlar, azgın ve sapkın kimse-
ler.
ehl-i ilhad:
ilhad ehli, doğru mes-
lek ve dinden, hak yolundan çıkıp
batıl yola sapan imansızlar, din-
sizler.
ehl-i iman:
inananlar, iman sahip-
leri.
ehl-i tarikat:
tarikat ehli, kalbini
dünyanın fânî işlerinden ayırıp, Al-
lah sevgisi ile bağlayan kimseler.
ekser:
pek çok.
fânî:
ölümlü, geçici.
galibâne:
galip gelmiş gibi, galip
sıfatıyla.
gayrimeşru:
meşru olmayan, di-
ne aykırı, kanunsuz.
hakikat-i muazzama-i mevtiye:
büyük ölüm hakikati, gerçeği.
hareket-i fikriye:
düşünce hare-
keti.
hayatâlûd:
hayat dolu, canlı.
hayat-ı fânîye:
fânî hayat; sonu
olan dünya hayatı.
hayattar:
canlı, yaşayan.
ibahe:
mübah kılma, bir şeyi ha-
ram olmaktan çıkarak serbest bı-
rakılması.
idam-ı ebedî:
dirilmemek üzere
yok oluş, ahiret inancı olmadığı
için ölümü ebedî yokluğa gitmek
olarak görme.
iman:
inanma, itikat.
inkâr:
inançsızlık.
ispat:
kanıtlama.
keşfiyat:
keşifler, Allah’ın ilham
etmesiyle gösterilen gaybla ilgili
sırlar.
keşif:
gizli bir şeyi veya bir sırrı
kalp gözüyle görerek öğrenme.
mazhar:
bir şeyin çıktığı göründü-
ğü yer; nail olma, şereflenme.
mevki:
yer, makam.
mevt:
ölüm.
mevtâlûd:
ölüm gibi, ölümlü, ölü
gibi, korkunç.
mevt-i zahirî:
zahirî ölüm.
muamma:
anlaşılmaz, çözülmesi
güç iş, anlamı gizli ve güç anlaşılır
söz.
mukabele:
karşılık verme, karşı-
lama.
mukabil:
karşılık.
muvakkat:
geçici.
mübarek:
feyizli, bereketli,
kutlu.
müessir:
tesirli.
mühim:
önemli, ehemmiyet-
li.
müştehiyat:
iştahlılar, istekli-
ler.
Nakşî:
Hz. Şah-ı Nakşibend’in
kurduğu tarikat ve bu tarikate
mensup olan.
nur:
aydınlık, parıltı, ışık.
nuranî:
nurlu, ışıklı, parlak,
münevver.
rabıta:
bağlılık.
rabıta-i mevt:
ölüm bağı, ölü-
münü düşünerek dünyanın fâ-
nî olduğunu mülâhaza etmek-
le nefsin desiselerinden
kurtulma.
sır:
gizli hakikat.
sürur:
sevinç, mutluluk.
terhis:
izin verme, serbest bı-
rakma, salıverme.
tezkere:
belge, görevin bitti-
ğini belgeleyen izin kâğıdı.
tılsım:
herkesin bilip çözeme-
diği gizli sır.
ünsiyet:
alışkanlık, ülfet, dost-
luk.
yoldaş:
yol arkadaşı.
zirüzeber:
altüst, karmakarı-
şık, darmadağın.
ziynet:
süs.
1.
İnkâr karanlıkları içinde kalan kimse gibi... (En’am Suresi: 122.)
B
irinci
Ş
ua
| 1080 | Şualar