YEDİNCİAYET:
(1)
/
¬p
JÉn
ªp
?n
`
µ
p
H s
?n
?r
G *G t
?p
ëo
jn
h
Şu ayet-i meşhuresinin küllî manasının bu zamanda
zahir bir mâsadakı risaletü’n-nur olduğu gibi,
lâfzullahtaki şeddeli
?
, bir
?
; ve
(2)
/
¬p
JÉn
ªp
?`n
µp
H
’deki melfuz
i
sayılmak şartıyla, dokuz yüz doksan sekiz adediyle,
Risaletü’n-Nur
’un dokuz yüz doksan sekiz adedine tam
tamına tevafukla, münasebet-i maneviyeye binaen,
remzen ona bakar. Ve bu remzi lâtifleştiren ve kuvvet
veren münasebetlerin birisi şudur ki: risaletü’n-nur’un
eczaları
Sözler
namıyla iştihar etmişler.
Sözler
ise
Arabca “
kelimat
”tır ve o kelimat ile kur’ân’ın hakaikını
o derece mahz-ı hak ve ayn-ı hakikat olduğunu ispat
etmiş ki, bu zamanın dinsiz feylesoflarını tam susturuyor.
SEKİZİNCİAYET:
(3)
m
º«/
?n
à°r
ùo
e m
•Gn
ôp
°U '
‹p
G y
»
u
`Hn
Q /
Ê'
ón
g »/
æs
fp
G r
?o
b
’dir. Şu ayet-i meş-
hure küllî manasının bu asırda muvafık ve münasip bir
ferdi risaletü’n-nur olduğu gibi, cifirle
(4)
m
º«/
?n
à°r
ùo
e m
•Gn
ôp
°U
ke-
limesi,
m
•Gn
ôp
°U
’deki
tenvin
¿
sayılmak cihetiyle,
Risaletü’n-
Nur
adedi olan dokuz yüz doksan sekize yine iki sırlı
(Ha-
şİYe)
fark ile baktığı gibi,
(5)
m
º«/
?n
à°r
ùo
e m
•Gn
ôp
°U '
‹p
G y
»
u
`Hn
Q /
Ê'
ón
g
cüm-
lesinin makam-ı ebcedîsi ile bin üç yüz on altı ederek,
Şualar | 1085 |
B
irinci
Ş
ua
gerçekler.
haşiye:
dipnot.
ispat:
doğruyu delillerle gösterme.
iştihar:
meşhur olma, şöhret bul-
ma, tanınma.
kelimat:
kelimeler, sözler.
küllî:
umumî, genel, bütün olan.
Kur’ân:
Allah tarafından vahiy yo-
luyla Hz. Muhammed’e indirilmiş,
semavî kitapların sonuncusu.
lâfzullah:
Allah lâfzı.
lâtif:
güzel, hoş.
mahz-ı hak:
hakkın tâ kendisi.
makam-ı ebcedî:
ebcetle ilgili ma-
kam, ebcedî mana, ebcedî hesap.
mâsadak:
doğrulayıcı, tasdik et-
mek.
melfuz:
söylenmiş, söylenilen,
okunan.
mu’cize:
benzerini yapmaktan in-
sanların âciz kaldığı şey.
münasebet:
münasiplik, uygun ol-
ma.
münasebet-i maneviye:
manevî
münasebet, yakınlık, irtibat.
münasip:
uygun.
muvafık:
uygun, uyar, münasip.
nam:
ad.
remiz:
kelime ve cümleye yükle-
nilmiş gizli mana, şifre, sembol.
remzen:
remiz ile, işaret ederek,
işaretle.
şedde:
Arabca ve Farsçada iki de-
fa okunması gereken bir harfin
üzerine konulan ve o harfi iki de-
fa okutan işaret.
sır:
gizli hakikat.
tenvin:
Arabca bir kelimenin so-
nunu nun gibi okutmak üzere ko-
nulan işaret; kelimenin sonuna iki
üstün (en), iki esre.
tevafuk:
uygunluk; belli sıra, ölçü
ve münasebetler içerisinde birbi-
rine denk gelme.
zahir:
açık, aşikâr.
asır:
yüzyıl.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümle-
si.
ayet-i meşhure:
meşhur ayet.
ayn-ı hakikat:
hakikatin aslı,
gerçeğin tâ kendisi.
binaen:
-den dolayı, bu se-
bepten.
cifir:
harflere verilen sayı kıy-
meti ile geleceğe veya geçen
hâdiselere, ibarelerden tarih
veya isme dair işaretler çıkar-
mak ilmî.
cihet:
yön.
delil:
bir davayı ispata yara-
yan şey, bürhan.
ecza:
cüzler, parçalar, kısım-
lar.
feylesof:
sapık fikirli, felsefe
ile uğraşan.
hakaik:
hakikatler, doğrular,
1.
Allah, delil ve mu’cizeleriyle hakkı ortaya çıkarır. (Yunus Suresi: 82.)
2.
Kelimeleriyle.
3.
De ki: Elbette Rabbim beni dosdoğru bir yola eriştirdi. (En’am Suresi: 161.)
4.
Dosdoğru bir yol.
5.
Rabbim beni dosdoğru bir yola eriştirdi. (En’am Suresi: 161.)
HaşİYe:
Yani, mertebesine işaret için iki fark var. risale-i nur vahiy de-
ğil, ilham ve istihraçtır.