ziyade bu vazifeyi müşkül şerait içinde sebatkârâne yapan
zahirde görülmüyor. demek bu ayet onları dahi daire-i
harimine hususî dâhil ediyor.
ONBEŞİNCİAYET:
(1)
Ék
æ«/
Ñ o
e Gk
Qƒo
f r
ºo
µ r
«n
dp
G BÉ n
ær
dn
õr
fn
Gn
h r
ºo
µu
H n
Q r
øp
e l
¿Én
g r
ô o
H r
ºo
cn
A B É n
L r
ón
b ¢ o
SÉ s
ædG Én
¡t
jn
G BÉ n
j
Şu ayet bu zamana dahi hitap eder. Çünkü tamam
–
(2)
Ék
æ«/
Ñ o
e
hariç kalsa– bin üç yüz altmış küsur eder. eğer
(3)
r
ºo
cn
A B É n
L r
ón
b
’den sonraki olsa,
(4)
l
¿Én
g r
ô o
H
ve
(5)
Gk
Qƒo
f
kelimelerin-
deki tenvinler nun sayılsa bin üç yüz on eder. demek bu
asra da hitap eder. Hem,
(6)
l
¿Én
g r
ô o
H r
ºo
cn
A B É n
L r
ón
b
cümlesi yalnız
dört farkla Furkan adedine tevafukla sarihan baktığı gibi,
o kudsî bürhan-ı İlâhînin bu zamanda parlak ve kuvvetli
bir bürhanı olan resaili’n-nur’a dahi ikinci cümlesi olan
(7)
Ék
æ«/
Ñ o
e Gk
Qƒo
f r
ºo
µ r
«n
dp
G BÉ n
ær
dn
õr
fn
G
adedi, iki tenvin vakıfta iki
elif
sayıl-
mak cihetiyle beş yüz doksan sekiz ederek aynen tam ta-
mına resaili’n-nur’a ve risaletü’n-nur adedine tevafuk
ile o semavî bürhan-ı kudsînin yerde bir bürhanı, resa-
ili’n-nur olduğunu remzen haber veriyor.
İHTaR:
sözlerin üç ismi olan
Risalei’n-Nur
veya
Resaili’n-Nur
veya
Risaleti’n-Nur
’daki şeddeli
¿
iki
¿
sayılmak, cifirce ağ-
lebî bir kaidedir. Şeddeli harf bazen bir, bazen iki sayılabilir.
ağlebî:
çoğunlukla, ekseriya.
asır:
yüzyıl.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümlesi.
bürhan:
delil, ispat, hüccet.
bürhan-ı İlâhî:
İlâhî, mukaddes
delil.
bürhan-ı kudsî:
kudsî delil, kudsî
bürhan.
cifir:
harflere verilen sayı kıymeti
ile geleceğe veya geçen hâdisele-
re, ibarelerden tarih veya isme da-
ir işaretler çıkarmak ilmî.
cihet:
yan, yön, taraf.
dâhil:
girme, içinde olma.
daire-i harim:
mahrem, hususî
daire.
Furkan:
hak ile batıl, iyi ve kötü;
hayır ve şer arasındaki farkı gös-
teren.
hariç:
bir şeyin dışı, dışarısı, dışta
kalan.
hitap:
söz söyleme, topluluğa ve-
ya birisine karşı konuşma.
hususî:
özel.
ihtar:
hatırlatma, uyarı.
kaide:
kural, esas, düstur.
kudsî:
mukaddes, yüce.
müşkül:
güç, zor, çetin.
remzen:
remiz ile, işaret ederek,
işaretle.
sarihan:
açıkça, açık olarak.
sebatkârâne:
sabır ve sebat ede-
rek, sebat göstererek, sebatlı bir
şekilde.
şedde:
Arabca ve Farsçada iki de-
fa okunması gereken bir harfin
üzerine konulan ve o harfi iki de-
fa okutan işaret.
semavî:
Allah tarafından olan, İlâ-
hî.
şerait:
şartlar.
tenvin:
Arabca bir kelimenin
sonunu nun gibi okutmak
üzere konulan işaret; kelime-
nin sonuna iki üstün (en), iki
esre.
tevafuk:
uygunluk; belli sıra,
ölçü ve münasebetler içerisin-
de birbirine denk gelme.
vakıf:
durma, duruş.
vazife:
görev.
zahir:
görünüşe göre, görünüş
itibarıyla.
ziyade:
çok, fazla.
1.
Ey insanlar! Size, Rabbinizden apaçık bir delil olan bir peygamber geldi ve size, dünyanızı
ve ahiretinizi aydınlatıcı apaçık bir nur olarak Kur’ân’ı indirdik. (Nisâ Suresi: 174.)
2.
Apaçık.
3.
Size geldi.
4.
Apaçık bir delil.
5.
Apaçık bir nur.
6.
Size apaçık bir delil geldi.
7.
Size apaçık bir nur indirdik.
B
irinci
Ş
ua
| 1090 | Şualar