İşte, hem ona, hem risaletü’n-nur’a çok alâkası bulu-
nan bu bin üç yüz on altı tarihine çok ayetler müttefikan
bakarlar. Meselâ, nasıl ki,
(1)
m
º«/
?n
à°r
ùo
e m
•Gn
ôp
°U '
‹p
G =»
u
Hn
Q »/
æj'
ón
g
ayeti tam tamına tevafukla işaret eder; aynen öyle de,
bir ayet-i meşhure olan,
(2)
m
º«/
?``n
à`°r
ùo
e m
•Gn
ô°p
U '
¤n
Y »
u
`Hn
Q s
¿p
G
ma-
kam-ı cifrîsi, şeddeli
¿
bir
¿
sayılsa ve
tenvin
sayılmazsa,
bin üç yüz on altı ederek, aynen tam tamına o tarihe işa-
ret eder.
Hem, nasıl ki yedi sekiz surelerde gelen ayetler ve o
ayetlerde gelen “
sırat-ı müstakim
” cümleleri
Risaletü’n-
Nur
ismine tevafukla beraber, bu mezkûr iki ayet gibi bir
kısmı risaletü’n-nur telifinin tarihini de gösterir; aynen
öyle de, yedi adet surelerin başlarında yedi defa
(3)
p
ÜÉn
à`p
µ`r
dG o
äÉ n
j'
G n
?r
?p
J
cümle-i kudsiyesi makam-ı cifrîsi olan
bin üç yüz on altı veya yedi ederek aynen tam tamına o
bin üç yüz on altı tarihine tevafukla işaret ettiği gibi,
(4)
p
¿'
Gr
ôo
? r
dG o
äÉn
`j'
G n
?r
?p
J ¢y
ù '
W
ayeti dahi aynen bin üç yüz on
altı ederek, o bin üç yüz on altı tarihine tevafukla işaret
eder. güya, nasıl ki Asr-ı saadette kur’ân’daki iman
hakikatlerine alâmetler, deliller ve o kitab-ı Mübin’in
davalarına bürhanları ve hüccetleri gözlere de göstermek
manasında tekrar ile
(6)
p
¿'
Gr
ôo
? r
dG o
äÉn
`j'
G n
?r
?p
J
(5)
@
p
ÜÉn
à`p
µ`r
dG o
äÉn
`j'
G n
?r
?p
J
@
p
ÜÉn
à`p
µ`r
dG o
äÉn
`j'
G n
?r
?p
J
fermanlarıyla kur’ân-ı Mu’cizülbeyan ilânat yapıyor.
Şualar | 1097 |
B
irinci
Ş
ua
dava:
iddia.
delil:
bir davayı ispata yarayan
şey, bürhan.
ferman:
emir, buyruk.
güya:
sanki.
hak:
doğruluk.
hakikat:
gerçek, esas.
hikmet:
İlâhî gaye, yüksek bilgi,
fayda.
hüccet:
delil.
ilânat:
ilânlar.
iman:
inanç, itikat.
Kitab-ı Mübin:
Kur’ân-ı Kerîm.
Kur’ân-ı Mu’cizülbeyan:
açıkla-
malarıyla akılları benzerini yap-
maktan âciz bırakan Kur’ân-ı Ke-
rîm.
makam-ı cifrî:
cifre ait makam,
cifir hesabına göre ulaşılan netice,
sayı değeri.
meselâ:
örneğin.
mezkûr:
zikredilen, adı geçen, anı-
lan.
müttefikan:
ittifak ederek, hep
beraber, birlikte.
rab:
besleyen, yetiştiren, verdiği
nimetlerle mahlûkatı ıslah ve ter-
biye eden Allah.
şedde:
Arabca ve Farsçada iki de-
fa okunması gereken bir harfin
üzerine konulan ve o harfi iki de-
fa okutan işaret.
sırat-ı müstakim:
hak yol, Allah’ın
gösterdiği hidayet yolu.
sure:
Kur’ân-ı Kerîm’in ayrıldığı
114 bölümden her biri.
telif:
eser yazma.
tenvin:
Arabca bir kelimenin so-
nunu nun gibi okutmak üzere ko-
nulan işaret; kelimenin sonuna iki
üstün (en), iki esre.
tevafuk:
uygunluk; belli sıra, ölçü
ve münasebetler içerisinde birbi-
rine denk gelme.
adalet:
her hak sahibine hak-
kının tam ve eksiksiz verilme-
si, düzenli ve dengeli oluş.
alâka:
ilgi, ilişki, yakınlık.
alâmet:
belirti, işaret, iz.
asr-ı Saadet:
saadet, mutlu-
luk asrı; Peygamberimiz (a.s.m)
ve Dört Halifenin yaşadığı de-
vire verilen ad.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümle-
si.
ayet-i meşhure:
meşhur ayet.
bürhan:
delil, ispat, hüccet.
cümle-i kudsiye:
mukaddes
ve mübarek cümle.
1.
Rabbim beni dosdoğru bir yola eriştirdi. (En’am Suresi: 161.)
2.
Şüphesiz ki benim Rabbim hak ve adalet üzeredir. (Hûd Suresi: 56.)
3.
Bu, [hikmetle dolu] kitabın ayetleridir. (Yunus Suresi: 1, Yusuf Suresi: 1, Hicr Suresi: 1, Ra'd
Suresi: 1, Şuara Suresi: 2, Kasas Suresi: 2, Lokman Suresi: 2.)
4.
Tâ sin. Bu, yüce Kur’ân’ın ayetleridir. (Neml Suresi: 1.)
5.
Bu, [hikmetle dolu] kitabın ayetleridir. (Yunus Suresi: 1, Yusuf Suresi: 1, Hicr Suresi: 1, Ra'd
Suresi: 1, Şuara Suresi: 2, Kasas Suresi: 2, Lokman Suresi: 2.)
6.
Tâ sin. Bu, yüce Kur’ân’ın ayetleridir. (Neml Suresi: 1.)