sure-i zümer, Casiye, Ahkâf’ın başlarındaki
(1)
p
º«/
µ
n
?r
G p
õj/
õn
©r
dG $G n
øp
e p
ÜÉn
à`p
µ
r
dG o
?j/
õr
æn
J
olan ayetler, sabık
ihtarın ikinci noktasında, münasebet-i maneviyesi beyan
edildiğinden, burada yalnız cifrî remzini beyan edeceğiz.
Şöyle ki:
İki
ä
sekiz yüz, iki
¿
yüz, iki
?
seksen, iki
?
kırk, üç
R
yirmi bir, üç
i
otuz; bir
Ü
, bir
ì
on;
Lâfzullah
(
*G
)
altmış yedi, bir
´
yetmiş; dört
?
, dört
G
yüz yirmi dört
olup, yekûnu bin üç yüz kırk iki ederek, bu asrın şu tari-
hine nazar-ı dikkati celp etmekle beraber; kur’ân’ın ten-
ziliyle çok alâkadar bir nura parmak basıyor. Ve o tarih-
ten az sonra
Mu’cizat-ı Ahmediye
risalesi ve Yirminci ve
Yirmi dördüncü Mektuplar gibi risaletü’n-nur’un en nu-
ranî cüzleri meydan-ı intişara çıkmaları ve kur’ân’ın kırk
vecihle i’cazını ispat eden Mu’cizat-ı kur’âniye risalesiy-
le haşre dair onuncu sözün ikisinin kırk ikide intişarları
ve kırk altıda fevkalâde iştiharları aynı tarihte olması bir
kuvvetli emaredir ki, bu ayet ona hususî bir iltifatı var.
Hem nasıl ki, bu ayetler telif ve intişarına işaret eder-
ler; öyle de, yalnız
(2)
p
ÜÉn
à`p
µ`r
dG o
?j/
õr
æn
J
kelimesi,
Risaletü’n-
Nur
’un ismine, şeddeli
¿
bir
¿
sayılmak cihetiyle, gayet
cüz’î bir farkla tevafuk edip, remzen bakar, kendine
Şualar | 1105 |
B
irinci
Ş
ua
terme.
iştihar:
meşhur olma, şöhret bul-
ma, tanınma.
lâfzullah:
Allah lâfzı.
meydan-ı intişar:
yayılma alanı.
Mu’cizat-ı ahmediye:
Peygamber
Efendimizin (asm) gösterdiği mu’ci-
zeler.
Mu’cizat-ı Kur’âniye:
Kur’ân’ın
mu’cizeleri.
münasebet-i maneviye:
manevî
münasebet, yakınlık, irtibat.
nazar-ı dikkat:
dikkatli bakma,
dikkatli bakış.
nuranî:
nurlu, ışıklı, parlak, mü-
nevver.
remiz:
kelime ve cümleye yükle-
nilmiş gizli mana, şifre, sembol.
remzen:
remiz ile, işaret ederek,
işaretle.
sabık:
geçen, önceki.
şedde:
Arabca ve Farsçada iki de-
fa okunması gereken bir harfin
üzerine konulan ve o harfi iki de-
fa okutan işaret.
telif:
eser yazma.
tenzil:
Kur’ân-ı Kerîm’in vahiy yo-
luyla Peygamberimize (asm) ya-
vaş yavaş indirilmesi.
tevafuk:
uygunluk; belli sıra, ölçü
ve münasebetler içerisinde birbi-
rine denk gelme.
vecih:
cihet, yön.
yekûn:
toplam, tutar.
alâkadar:
ilgili, ilişkili, müna-
sebetli, bağlı.
asır:
yüzyıl.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümle-
si.
beyan etmek:
açıklamak, bil-
dirmek, izah etmek.
celp:
çekme, çekiş, kendine
çekmek.
cifrî:
cifir hesabına ait.
cihet:
yön.
cüz:
kısım, parça.
cüz’î:
küçük, az.
dair:
alâkalı, ilgili.
emare:
alâmet, belirti, nişan.
fevkalâde:
olağanüstü.
gayet:
son derece.
haşir:
kıyametten sonra bü-
tün insanların bir yere toplan-
maları, Allah’ın ölüleri diriltip
mahşere çıkarması.
hususî:
özel.
i’caz:
mucizelik, insanların
benzerini yapmaktan âciz kal-
dıkları şeyi yapmak.
ihtar:
hatırlatma, uyarı.
iltifat:
.
intişar:
yayılma, yaygınlaşma,
neşrolunma.
ispat:
doğruyu delillerle gös-
1.
Bu Kur’ân, kudreti her şeye galip olan ve hikmeti her şeyi kuşatan Allah tarafından indiril-
miştir. (Zümer Suresi: 1, Casiye Suresi: 2, Ahkâf Suresi: 2.)
2.
Bu kitap indirilmiştir.