beşaretle remzen haber verir. Ve o tarihte bulunan
kur’ân hizmetkârlarından bir taifenin ashab-ı cennet ve
ehl-i saadet olduğunu mana-i işarîsiyle ve tevafuk-i cifrî
ile ihbar eder ve bu tarihte risale-i nur Şakirtleri kur’ân
hesabına fevkalâde hizmetleri ve tenevvüleri ve çok mü-
him risalelerin telifleri ve başlarına gelen şimdiki musibe-
tin, düşmanları tarafından ihzaratı tezahür ettiğinden,
elbette bu tarihe müteveccih ve işarî, tesellikâr bir beşa-
ret-i kur’âniye en evvel onlara baktığını gösterir.
evet,
(1)
n
øj/
óp
dÉn
N p
ás
æ`n
÷r
G p
ȯn
a
’de şeddeli
¿
, bir
¿
sayılmak
cihetiyle
ä
dört yüz,
ñ
altı yüz; bin eder. İki
¿
yüz; bir
i
, iki
±
, bir
?
iki yüz; diğer
?
otuz, ikinci
i
on, iki
G
iki, bir
ê
üç, bir
O
dört, kırk dokuz eder ki; yekûnu bin
üç yüz kırk dokuz eder.
Bu müjde-i kur’âniyenin binden bir vechi bize teması,
bin hazineden ziyade kıymettardır. Bu müjdenin bir müj-
decisi bir sene evvel görülmüş bir rüya-i sadıkadır. Şöyle
ki:
Isparta’da başımıza gelen bu hâdiseden bir ay evvel bir
zata, rüyada ona deniliyor ki: “resaili’n-nur Şakirtleri
imanla kabre girecekler, imansız vefat etmezler.”
Biz o vakit o rüyaya çok sevindik. demek o müjde, bu
müjde-i kur’âniyenin bir müjdecisi imiş.
(HaşİYe)
HaşİYe:
Cihan saltanatından daha ziyade kıymettar bir müjde-i kur’âni-
ye, bir beşaret-i semaviye bu sayfada vardır.
ashab-ı cennet:
Cennet ashabı,
Cennetlikler.
beşaret:
müjde.
beşaret-i Kur’âniye:
Kur’ân’ın
müjdelemesi.
beşaret-i semaviye:
İlâhî, sema-
dan gelen müjde.
cihan:
dünya, kâinat, âlem.
cihet:
yön.
ebedî:
sonu olmayan, daimî, sü-
rekli.
ehl-i saadet:
saadete ulaşanlar,
mutluluğu yakalayanlar, bahtiyar
olanlar.
evvel:
önce.
fevkalâde:
olağanüstü.
hâdise:
olay.
haşiye:
dipnot.
hazine:
zengin ve değerli kaynak.
hizmetkâr:
hizmet yapan kimse,
hizmetçi.
ihbar:
haber verme, bildirme.
ihzarat:
hazırlıklar, hazırlanmalar.
iman:
inanç, itikat.
işarî:
bir kelimenin açık manasına
bağlı olarak ikinci ve üçüncü de-
recede işaret yolu ile yapılan açık-
lama.
kabir:
mezar.
kıymettar:
kıymetli, değerli.
mana-i işarî:
yazı ve işaretlerle
ifade edilen mana.
mühim:
önemli, ehemmiyetli.
müjde-i Kur’âniye:
Kur’ân’ın müj-
desi.
musibet:
felaket, bela.
müteveccih:
bir cihete dönen, yö-
nelen.
remzen:
remiz ile, işaret ederek,
işaretle.
rüya-i sadıka:
doğru rüya, mak-
bul ve muteber kimselerin
gördükleri şekilde, dünyada
hakikatleri çıkan sadık rüya.
said:
saadete eren, Allah’ın rı-
zasına ve ahiret mutluluğuna
kavuşan, mutlu, mesut.
şaki:
Allah’ın rızasından ve ahi-
ret mutluluğundan yoksun
kimse.
şakirt:
talebe, öğrenci.
saltanat:
sultanlık, padişahlık,
hükümdarlık.
şedde:
Arabca ve Farsçada iki
defa okunması gereken bir
harfin üzerine konulan ve o
harfi iki defa okutan işaret.
sure:
Kur’ân-ı Kerîm’in ayrıl-
dığı 114 bölümden her biri.
taife:
takım, güruh.
telif:
eser yazma.
tenevvür:
nurlanma, parlama,
parıldama, ışıldama, aydınlık.
tesellikâr:
teselli bulan.
tevafuk-ı cifrî:
cifirle ilgili te-
vafuk, cifrî hesaba göre birbi-
rine denklik, uygunluk, müna-
sebet.
tezahür:
zuhur etme, ortaya
çıkma, meydana çıkma, belir-
me, görünme.
vecih:
cihet, yön.
vefat:
ölme.
yekûn:
toplam, tutar.
zat:
kişi, şahıs.
ziyade:
fazla, fazlasıyla.
1.
Ebedî olarak Cennette kalacaklardır. (Hûd Suresi: 108.)
B
irinci
Ş
ua
| 1110 | Şualar