cifrî ve müteaddit ve manidar tevafuklar ise, kuvvetli bir
münasebet-i maneviyeye istinat ederler.
evet resaili’n-nur’un yüz yirmi dokuz risaleleri, yüz
yirmi dokuz elektrik lâmbalarının şişeleri misillü kur’ân
nur-i azamından uzanan tellerin başlarına takılıp o nuru
neşrettikleri meydandadır. risale-i nur’un yarı ismi iki
defa bu cümle-i ayette bulunmasıyla o münasebeti pek
letafetlendiriyor.
YİRMİSEKİZİNCİAYET:sure-i tevbe’de,
o
?n
Qƒo
f s
ºp
ào
j r
¿n
G s y
’p
G *G n
»Hr
Én
jn
h r
ºp
¡p
gGn
ƒr
an
Ép
H $G n
Qƒo
f GoD
ƒp
Ø` r
£o
j r
¿n
G n
¿ho
ój/
ôo
j
(1)
n
¿ho
ôp
Ø`n
µ
r
dG n
?p
ôn
c r
ƒn
dn
h
ayetindeki
(2)
o
?n
Qƒo
f t
ºp
ào
j r
¿n
G s y
’p
G *G n
»Hr
Én
jn
h r
ºp
¡p
gGn
ƒr
an
Ép
H $G n
Qƒo
f
cüm-
lesi, kuvvetli ve letafetli münasebet-i maneviyesiyle bera-
ber şeddeli
?
’lar, birer
?
ve şeddeli
?
asıl kelimeden ol-
duğundan iki
?
sayılmak cihetiyle bin üç yüz yirmi dört
ederek, Avrupa zalimleri devlet-i İslâmiyenin nurunu
söndürmek niyetiyle müthiş bir suikast plânı yaptıkları ve
ona karşı türkiye hamiyetperverleri, hürriyeti yirmi dört-
te ilânıyla o plânı akim bırakmaya çalıştıkları hâlde, ma-
atteessüf, altı-yedi sene sonra, Harb-i Umumî neticesin-
de yine o suikast niyetiyle, sevr Muahedesinde kur’ân’-
ın zararına gayet ağır şeraitle kâfirâne fikirlerini yine ic-
ra etmek olan plânlarını akim bırakmak için türk milli-
yetperverleri cumhuriyeti ilânla mukabeleye çalıştıkları
adalet:
her hak sahibine hakkının
tam ve eksiksiz verilmesi, düzenli
ve dengeli oluş.
akim:
neticesiz, sonu yok, başarı-
sız.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümlesi.
cifrî:
cifir hesabına ait.
cihet:
yön.
cümle-i ayet:
ayet cümlesi.
devlet-i İslâmiye:
İslâm devleti.
gayet:
son derece.
hak:
doğruluk, gerçek, hakikat.
hamiyetperver:
hamiyet sahibi,
din ve millet gibi önemli değerleri
seven, koruyan ve bunlara hizmet
eden.
Harb-i umumî:
genel harp, dün-
ya savaşı.
hikmet:
İlâhî gaye, yüksek bilgi,
fayda.
icra:
yürütme, bir işi yerine getir-
me.
ilân:
yayma, duyurma, bildirme.
istinat:
dayanma.
kâfir:
Allah’ı ve İslâmiyeti inkâr
eden, dinsiz.
kâfirâne:
kâfircesine, Allah’ı inkar
edercesine.
letafet:
lâtiflik, hoşluk, incelik.
maatteessüf:
ne yazık ki, üzüle-
rek belirteyim ki.
manidar:
nükteli, ince manalı.
milliyetperver:
milletini seven,
ulusçu, milliyetçi.
misillü:
gibi, benzeri.
muahede:
iki veya daha çok dev-
let arasında akdedilen anlaşma,
antlaşma.
mukabele:
karşılık verme, karşı-
lama.
münasebet:
ilgi, ilişki; münasiplik,
uygun olma.
münasebet-i maneviye:
manevî
münasebet, yakınlık, irtibat.
müteaddit:
çeşitli, bir çok.
müthiş:
dehşet veren, ürkü-
ten, dehşetli, korkunç.
neşir:
dağıtma, yayma, saçma,
serpme.
nur:
aydınlatma, parıltı; Ce-
nab-ı Hakkın bütün kâinatı
isim ve sıfatlarıyla aydınlatma-
sı.
nur-i azam:
en büyük nur, en
büyük ışık, muazzam aydın-
lık.
rab:
besleyen, yetiştiren, ver-
diği nimetlerle mahlûkatı ıs-
lah ve terbiye eden Allah.
şedde:
Arabca ve Farsçada iki
defa okunması gereken bir
harfin üzerine konulan ve o
harfi iki defa okutan işaret.
şerait:
şartlar.
suikast:
kötü kasıt, kötü ni-
yet; kötü kasıtla iş yapma, tu-
zak kurma.
tevafuk:
uygunluk; belli sıra,
ölçü ve münasebetler içerisin-
de birbirine denk gelme.
zalim:
zulmeden, acımasız ve
haksız davranan.
1.
Allah’ın nurunu üflemekle söndürmek isterler. Allah ise nurunu tamamlamaktan başka bir
şeye razı olmaz–kâfirler isterse hoşlanmasınlar. (Tevbe Suresi: 32.)
2.
Allah’ın nurunu üflemekle söndürmek isterler. Allah ise nurunu tamamlamaktan başka bir
şeye razı olmaz. (Tevbe Suresi: 32.)
B
irinci
Ş
ua
| 1112 | Şualar