ONÜÇÜNCÜAYET:sure-i Âl-i İmran’da,
(1)
p
ºr
?p
©r
dG?p
a n
¿ƒo
îp
°SGs
ôdGn
h *G s
’p
G o
¬n
?j/
hr
Én
J o
ºn
?r
©n
j Én
en
h
ONDÖRDÜNCÜAYET:sure-i nisâ’da,
(2)
r
ºo
¡r
æp
e p
ºr
?p
©r
dG p
‘
n
¿ƒo
îp
°SGs
ôdG p
øp
µ
'
d
Bu iki ayet bu asra da hususî bakarlar.
Birincisinin meali
gösteriyor ki: ehl-i dalâlet müteşabi-
hat-ı kur’âniyeyi yanlış tevilât ile tahrifine ve şüpheleri
çoğaltmasına çalıştığı bir zamanda, ilimde rüsuhu bulu-
nan bir taife o müteşabihat-ı kur’âniyenin hakikî tevilleri-
ni beyan edip ve iman ederek o şübehatı izale eder. Bu
küllî mananın her asırda mâsadakları ve cüz’iyatları var.
Harb-i Umumî vasıtasıyla, bin seneden beri kur’ân
aleyhinde teraküm eden Avrupa itirazları ve evhamları
âlem-i İslâm içinde yol bulup yayıldılar. o şübehatın bir
kısmı fennî şeklini giydi, ortaya çıktı. Bu şübehatı ve iti-
razları bu zamanda def’ eden başta risalei’n-nur ve şa-
kirtleri göründüğünden, bu ayet bu asra da baktığından,
risalei’n-nur ve şakirtlerine remzen bakmakla beraber,
ulema-i müteahhirînin mezhebine göre
(3)
*G s
’p
G
’ta vakfe-
dilmez. o hâlde makam-ı cifrîsi aynen
(4)
?'
¨r
àn
«n
d n
¿Én
°ùr
fp
’r
G s
¿
p
G
’nın makamı gibi bin üç yüz kırk dört ederek, resaili’n-
nur ve şakirtlerinin meydan-ı mücahede-i maneviyeye
atılmaları tarihine tam tamına tevafukla, onları da bu
âlem-i İslâm:
İslâm âlemi, İslâm
dünyası.
aleyh:
karşı, karşıt.
asır:
yüzyıl.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümlesi.
beyan etmek:
açıklamak, bildir-
mek, izah etmek.
cüz’iyat:
parçaya ait olan şeyler.
def:
mâni olma, kovma, ortadan
kaldırma.
ehl-i dalâlet:
dalâlet ehli; yoldan
çıkanlar, azgın ve sapkın kimse-
ler.
evham:
vehimler, zanlar, kuşku-
lar, esassız şeyler, kuruntular.
fennî:
fenne mensup, fenle ilgili
olan.
hakikî:
gerçek.
Harb-i umumî:
genel harp, dün-
ya savaşı.
hususî:
özel.
iman:
inanç, itikat.
itiraz:
kabul etmediğini belirtme,
karşı çıkma.
izale:
giderme, ortadan kaldırma.
küllî:
umumî, genel, bütün olan.
makam:
yer, durak.
makam-ı cifrî:
cifre ait makam,
cifir hesabına göre ulaşılan netice,
sayı değeri.
mâsadak:
doğrulayıcı, tasdik et-
mek.
meal:
mana, anlam, mefhum.
meydan-ı mücahede-i manevi-
ye:
manevî cihad meydanı.
mezhep:
dinde tutulan yol, dinde
anlayış ve ibadet yolu.
müteşabihat-ı
Kur’âniye:
Kur’ân’ın müteşabih olan ayetleri.
remzen:
remiz ile, işaret ede-
rek, işaretle.
rüsuh:
bir ilmin derinliğine, in-
celiğine varma ilim ve fende
geniş bilgi sahibi olma.
şakirt:
talebe, öğrenci.
şübehat:
şüpheler.
Sure-i Nisâ:
Nisâ Suresi.
tahrif:
değiştirme, bozma.
taife:
takım, güruh.
teraküm:
birikme, yığılma,
toplanma.
tevafuk:
uygunluk; belli sıra,
ölçü ve münasebetler içerisin-
de birbirine denk gelme.
tevil:
yorumlama, yorum.
tevilât:
teviller, yorumlama-
lar.
ulema-i müteahhirîn:
son za-
manlarda yetişen büyük âlim-
ler.
vakıf:
durma, duruş.
vasıta:
aracılık.
1.
Hâlbuki o ayetlerin tefsirini Allah’tan ve Allah’ın kendilerine ilimde derinlik ve istikamet ih-
san ettiği kimselerden başkası bilemez. (Âl-i İmran Suresi: 7.)
2.
Fakat onlardan ilimde derinlik ve istikamet sahibi olanlar... (Nisâ Suresi: 162.)
3.
Allah’tan başka.
4.
Şüphesiz ki insan azgınlaşır. (Alâk Suresi: 6.)
B
irinci
Ş
ua
| 1088 | Şualar