Şualar - page 1089

ayetin harim-i kudsîsinin içine alıyor. Hem haşrin en kuv-
vetli ve parlak bir bürhanı olan onuncu sözün etrafa
yayılması tarihine ve kur’ân’ın kırk vecihle mu’cize ol-
duğunu beyan eden Yirmi Beşinci sözün iştiharı hengâ-
mına, hem
(1)
?'
¨r
àn
«n
d n
¿Én
°ùr
fp
’r
G s
¿
p
G
adedine tam tamına teva-
fukla bakar. eğer mezheb-i selef gibi
(2)
*G s
’p
G
’ta vakıf ol-
sa, o hâlde
(3)
n
¿ƒo
îp
°SGs
ôdn
G
’deki şeddeli
Q
iki
Q
sayılsa bin üç
yüz altmış küsur ederek, risaletü’n-nur Şakirtlerinin bun-
dan on beş yirmi sene sonraki rasihâne ve muhakkikane
olan ilimlerine ve imanlarına remzen baktığı gibi, şeddeli
Q
, asıl itibarıyla bir
?
, bir
Q
sayılsa, bin iki yüz on iki ede-
rek, bundan bir buçuk asır evvel Mevlâna Halid zülcena-
heynin Hindistan’dan getirdiği parlak bir ilm-i hakikat rü-
suhuyla o zamanda meydan alan tevilât-ı fasideyi ve şü-
behatı dağıtarak yüz senede elli milyondan ziyade insan-
ları daire-i irşadına aldığı ve tenvir ettiği zamanın tarihine
tam tamına tevafukla bakar.
İkinci ayet
olan
(4)
r
ºo
¡r
æp
e p
ºr
?p
©r
dG p
n
¿ƒo
îp
°SGs
ôdn
G
, şeddeli
Q
, as-
lına nazaran bir
?
, bir
Q
sayılmak cihetiyle, makam-ı eb-
cedîsi bin üç yüz kırk dört etmekle her asra baktığı gibi,
bu asra da hususî remzen bakar. Ve ilm-i hakikatte rasi-
hâne çalışan ve kuvvetli iman eden bir taifeye işaret eder.
Ve çok ayetlerin ehemmiyetle gösterdikleri bu bin üç yüz
kırk dörtte risaletü’n-nur ve şakirtlerinden daha
Şualar | 1089 |
B
irinci
Ş
ua
makam-ı ebcedî:
ebcetle ilgili ma-
kam, ebcedî mana, ebcedî hesap.
mezhep-i selef:
Kur’ân’ın zahirî
manasını kabul edip ona göre hü-
küm çıkaran mezhep.
mu’cize:
benzerini yapmaktan in-
sanların âciz kaldığı şey.
muhakkikane:
gerçeği araştıran
bir kimseye yakışır şekilde, mu-
hakkik olan bir insana yakışacak
şekilde.
nazaran:
göre, bakımından, baka-
rak, bakılırsa.
rasihâne:
sağlam delil ve bürhana
dayanmak suretiyle.
remzen:
remiz ile, işaret ederek,
işaretle.
rüsuh:
bir ilmin derinliğine, inceli-
ğine varma ilim ve fende geniş bil-
gi sahibi olma.
şakirt:
talebe, öğrenci.
şedde:
Arabca ve Farsçada iki de-
fa okunması gereken bir harfin
üzerine konulan ve o harfi iki de-
fa okutan işaret.
şübehat:
şüpheler.
taife:
takım, güruh.
tenvir:
bir şey hakkında bilgi ver-
me, bir konu hakkında başkaları-
nı aydınlatma.
tevafuk:
uygunluk; belli sıra, ölçü
ve münasebetler içerisinde birbi-
rine denk gelme.
tevilât-ı faside:
bozgunculuk ve-
ren, fitne çıkaran yorumlar.
vakıf:
durak.
vecih:
cihet, yön.
ziyade:
çok, fazla.
asır:
yüzyıl.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümle-
si.
beyan etmek:
açıklamak, bil-
dirmek, izah etmek.
bürhan:
delil, ispat, hüccet.
cihet:
yön.
daire-i irşat:
irşat dairesi.
ehemmiyet:
önem, değer,
kıymet.
evvel:
önce.
harim-i kudsî:
kutsal olan ve
herkesin girmesine müsaade
edilmeyen yerler.
haşir:
kıyametten sonra bü-
tün insanların bir yere toplan-
maları, Allah’ın ölüleri diriltip
mahşere çıkarması.
hengâm:
zaman, sıra.
hususî:
özel.
ilm-i hakikat:
hakikat ilmi.
iman:
inanç, itikat.
iştihar:
meşhur olma, şöhret
bulma, tanınma.
1.
Şüphesiz ki insan azgınlaşır. (Alâk Suresi: 6.)
2.
Allah’tan başka.
3.
Derinleşenler.
4.
İlimde derinlik ve istikamet sahibi olanlar... (Nisâ Suresi: 162.)
1...,1079,1080,1081,1082,1083,1084,1085,1086,1087,1088 1090,1091,1092,1093,1094,1095,1096,1097,1098,1099,...1581
Powered by FlippingBook