Sözler - page 99

Sen de görüyorsun ki, o ferman-› azamda öyle i’caz-
kâr bir turra var ki, hiçbir vecihle kabil-i taklit de¤il. Se-
nin gibi sersemlerden baflka, herkes o ferman padiflah›n
ferman› oldu¤unu kat’î bilir. Ve o parlak yaver-i ekrem-
de öyle niflanlar var ki, senin gibi körlerden baflka her-
kes o zat›, padiflah›n pek do¤ru tercüman-› evamiri oldu-
¤unu yakînen anlar.
Acaba o yaver-i ekrem o ferman-› azamla beraber bü-
tün kuvvetiyle dava edip tebli¤ ettikleri flu tebdil-i mem-
leket meselesi, hiç kabil midir ki, itiraz kabul etsin? Evet,
kabil de¤il—illâ ki bütün bu gördü¤ümüz her fleyi inkâr
edesin.
fiimdi ey arkadafl! Söz senindir, söyle; ne diyorsan de.
“Ben ne diyece¤im? Daha buna karfl› bir fley denilebi-
lir mi? Gündüz ortas›nda günefle karfl› söz söylenebilir
mi? Yaln›z, derim ki: ‘Elhamdülillâh, yüz bin defa flükür
olsun ki, vehim ve heva tahakkümünden, nefis ve heves
esaretinden kurtulup, daimî hapis ve zindandan halâs ol-
dum. Ve inand›m ki, bu karma kar›fl›k, karars›z misafir-
hanelerden baflka ve kurb-u flahanede bir diyar-› saadet
vard›r; biz de ona namzediz.’”
‹flte, haflir ve ahiretten kinaye ve ibaret olan flu hikâ-
ye-i temsiliye burada tamam oldu. fiimdi tevfik-› ‹lâhî ile
hakikat-i ulyaya geçece¤iz. Geçmifl On ‹ki Surete muka-
bil, on iki mütesanit Hakikat ile bir Mukaddime beyan
edece¤iz.
* * *
SÖZLER | 99
O
NUNCU
S
ÖZ
t›rma için verilen hikâye.
i’cazkâr:
mu’cizeli, benzeri yap›-
lamayan.
illâ:
ancak, yaln›z.
inkâr:
yok sayma, kabul etme-
me.
itiraz:
bir fikri, hükmü veya duru-
mu kabul etmeyip çürütmeye
kalk›flma, karfl› ç›kma.
kabil:
olan, olabilir, mümkün, ih-
timal dairesinde.
kabil-i taklit:
taklit edilebilir.
kat’î:
kesin, flüphesiz.
kinaye:
maksat.
kurb-u flahane:
padiflaha yak›n
olma.
misafirhane:
yolculuk esnas›nda
kal›nan yer.
mukabil:
karfl›l›k.
mukaddime:
bafllangݍ, girifl.
mütesanit:
birbirini destekleyen.
namzet:
aday.
nefis:
insan›n kötülü¤ü isteyen
ve sevk eden yan›.
niflan:
yap›lan görevi gösteren
iflaret.
suret:
tarz, yol.
flükür:
nimete karfl› memnuniyet
ifadesi.
tahakküm:
hükmü alt›na alma,
bask›.
tebdil-i memleket:
memleketin
baflka flekle dönüflmesi.
tebli¤:
bildirme, bir emri ya da
haberi baflkalar›na ulaflt›rma.
tercüman-› evamir:
emirleri
aç›klayan, izah eden.
tevfik-i ‹lâhî:
Allah’›n yard›m› ve
baflar›l› k›lmas›.
turra:
mühür, damga.
vecih:
yön, taraf.
vehim:
bir fleyi olmad›¤› hâlde
var zannetme duygusu.
yakînen:
kesin bir bilgiyle, flüp-
heye düflmeden.
yaver-i ekrem:
en de¤erli ve en
cömert memur.
zindan:
hapishane.
ahiret:
öbür dünya, k›yamet-
ten sonra kurulacak olan
âlem.
beyan:
anlatma, aç›klama,
izah.
daimî:
sürekli, devaml›, son-
suz.
diyar-› saadet:
mutluluk yeri.
Elhamdülillâh:
Allah’a hamd
olsun, hamd Allah’a aittir.
esaret:
esirlik, tutsakl›k.
ferman:
yaz›l› emir, buyruk.
ferman-› azam:
en büyük
yaz›l› emir, buyruk.
hakikat:
gerçek.
hakikat-i ulya:
yüce gerçek.
halâs olma:
kurtulufla erme.
haflir:
k›yametten sonra bü-
tün insanlar›n diriltilip bir ye-
re toplanmalar›.
heva:
istek, arzu, nefse ait
olan fleylere düflkünlük.
heves:
nefsin geçici istekleri.
hikâye-i temsiliye:
karfl›lafl-
1...,89,90,91,92,93,94,95,96,97,98 100,101,102,103,104,105,106,107,108,109,...1482
Powered by FlippingBook