mutîleri mesut, asileri mahpus edece¤im. O muvakkat
yeri harap edip, müebbet saraylar, zindanlar havi di¤er
bir memleket kuraca¤m. Hem, o vadetti¤i fleyler ona
gayet rahattr; raiyetine gayet mühimdir. Vaadinde hulf
ise, izzet-i iktidarna gayet zttr.
1
flte bak, ey sersem! Sen yalanc vehmini, hezeyanc
akln, aldatc nefsini tasdik ediyorsun. Ve hiçbir vecihle
hulf ve hilâfa mecburiyeti olmayan ve hiçbir cihetle hilâf
haysiyetine yakflmayan ve bütün görünen ifller sdkna
flahadet eden bir zat tekzip ediyorsun; elbette büyük bir
cezaya müstahak olursun.
Misalin fluna benzer ki: Bir yolcu, güneflin ziyasndan
gözünü kapyor, hayaline bakyor; vehmi, bir yldz böce-
¤i gibi kafa fenerinin fl¤yla dehfletli yolunu tenvir etmek
istiyor. Madem vadetmifl, yapacaktr. Hâlbuki, ifas ona
çok rahat ve bize ve her fleye; ve ona ve saltanatna pek
çok lâzmdr.
Demek bir mahkeme-i kübra, bir saadet-i uzma vardr.
Dokuzuncu Suret:
fiimdi gel, bu dairelerin ve cemaatlerin baz rüesalar-
na ki,
(HAfiYE)
her biri bizzat padiflahla görüflecek hususî
birer telefonu var. Hem baz onun huzuruna çkmfllar.
Ne diyorlar, bak: Bunlar ittifakla ihbar ediyorlar ki, o
asi:
isyan eden, karfl çkan.
bizzat:
flahsen, direkt kendisi.
cihet:
sebep, bahane.
dehfletli:
korkunç, ürkünç
enbiya:
peygamberler.
evliya:
erenler, velîler.
gayet:
son derece.
hakikat:
gerçek.
harap etme:
ykma, bozma.
hafliye:
dipnot.
havi:
içinde bulunduran.
haysiyet:
fleref, onur, itibar.
hezeyan:
saçmalama.
hilâf:
cayma, vazgeçme.
hulf:
verdi¤i sözü tutmama, vaz-
geçme.
hususî:
kifliye has, özel.
ifa:
yapma, yerine getirme.
ihbar:
haber verme, bildirme.
ispat:
kantlama, delille do¤rulu-
¤unu ortaya koyma.
ittifak:
fikir birli¤i etme, ayn fleyi
söyleme.
izzet-i iktidar:
yönetiminin flere-
fi.
makes-i vahiy:
vahyin indi¤i yer.
mahkeme-i kübra:
ahiretteki
büyük mahkeme.
mahpus:
hapsedilmifl olan, mev-
kuf.
mana:
anlam.
mazhar- ilham:
ilhama muha-
tap, ilhamn göründü¤ü yer.
mecburiyet:
mecbur olma, mec-
burluk, zarurîlik durumu.
mesut:
saadetli, mutlu.
misalin:
durumun, hâlin.
mutî:
itaat eden, boyun e¤en.
muvakkat:
belirli bir zamana
mahsus, vakitli, süresiz, geçici.
müebbet:
sonsuz, ebedî, devam-
l.
mühim:
önemli.
müstahak:
hak eden, hak et-
mifl.
nefis:
kötülü¤e yönlendiren,
hayrl ifllerden alkoyan güç.
nispet-i Rabbaniye:
Allahla
olan kalbî yaknlk.
raiyet:
halk.
reis:
baflkan.
rüesa:
reisler, baflkanlar.
saadet-i uzma:
en büyük
ebedî mutluluk.
saltanat:
hükümdarlk, dev-
let.
sdk:
do¤ruluk, güvenilirlik.
flahadet:
flahitlik, tanklk.
tasdik:
do¤rulama.
tekzip:
yalanlama.
temsil:
benzetme, örnek.
tenvir:
aydnlatma, flklandr-
ma.
vaat:
söz verme, bir fleyi ya-
paca¤n söyleme.
vecih:
yön.
vehim:
flüphe, kuruntu; bir
fleyi olmad¤ hâlde var zan-
netme duygusu.
zat:
kifli.
zt:
aksi, tersi.
ziya:
flk.
1.
Bkz. Bakara Suresi: 80; Âl-i mran Suresi: 194; Ra'd Suresi: 31; brahim Suresi: 47; Hac Sure-
si: 47; Rum Suresi: 6; Zümer Suresi: 20.
92 | SÖZLER
O
NUNCU
S
ÖZ
HAfiYE:
fiu Suretin ispat etti¤i manalar Sekizinci Hakikatte görünecek.
Meselâ, dairelerin reisleri flu temsilde enbiya ve evliyaya iflarettir. Ve te-
lefon ise, makes-i vahiy ve mazhar- ilham olan kalpten uzanan bir nis-
pet-i Rabbaniyedir ki, kalp o telefonun bafldr ve kula¤ hükmündedir.