Demek, bir mecma- ekberde muamele, bunlar üzerine
devam edip dönecek. Hem, bir meflher-i azamda daimî
gösterilecek. Demek, flu geçici, kararsz vaziyetler; sabit
suretler, bâkî meyveler veriyorlar.
Demek, bu ihtifalât bir saadet-i uzma, bir mahkeme-i
kübra, bilmedi¤imiz ulvî gayeler içindir.
On Birinci Suret:
Gel, ey muannit arkadafl! Bir tayyareye, ya flarka ve-
ya garba, yani mazi ve müstakbele giden bir flimendife-
re binelim. fiu mucizekâr zatn, sair yerlerde ne çeflit
mucizeler gösterdi¤ini görelim.
flte bak, gördü¤ümüz menzil ve meydan ve meflher gi-
bi acayipler, her tarafta bulunuyor; lâkin sanatça, suret-
çe birbirinden ayrdrlar. Fakat, buna iyi dikkat et ki: O
sebatsz menzillerde, o devamsz meydanlarda, o bekasz
meflherlerde ne kadar bâhir bir hikmetin intizamat, ne
derece zahir bir inayetin iflarat, ne mertebe âlî bir ada-
letin emarat, ne derece vâsi bir merhametin semerat
görünüyor. Basiretsiz olmayan herkes yakînen anlar ki,
onun hikmetinden daha ekmel bir hikmet ve inayetinden
daha ecmel bir inayet ve merhametinden daha eflmel bir
merhamet ve adaletinden daha ecell bir adalet olamaz ve
tasavvur edilemez.
E¤er faraza, tevehhüm etti¤in gibi, daire-i memleke-
tinde daimî menziller, âlî mekânlar, sabit makamlar, bâkî
meskenler, mukim ahali, mesut raiyeti bulunmazsa, flu
SÖZLER | 95
O
NUNCU
S
ÖZ
kaplayan.
faraza:
farz edelim ki, ola ki.
garp:
bat.
gaye:
amaç, maksat.
hikmet:
her fleyin belirli gayelere
yönelik olarak faydal ve tam ye-
rinde olmas; herkesin bilmedi¤i
gizli sebep; gizli, bilinmeyen nok-
ta.
ihtifalât:
törenler, merasimler.
inayet:
yardm, ihsan.
intizamat:
düzenlemeler, düzen-
ler.
iflarat:
iflaretler, belirtiler.
kararsz:
bozulabilen.
lâkin:
fakat.
mahkeme-i kübra:
ahiretteki en
büyük mahkeme.
makam:
mevki, yer.
mazi:
geçmifl zaman.
mecma- ekber:
en büyük top-
lanma yeri; ahiret.
mekân:
yer, mahal.
menzil:
yer, mekân.
merhamet:
acmak, flefkat gös-
termek, korumak, iyilik etmek.
mertebe:
derece.
mesut:
saadetli, mutlu.
mesken:
oturulacak yer.
meflher:
sergi.
meflher-i azam:
çok büyük sergi
yeri.
mucize:
ola¤anüstü ve benzersiz
eser ya da ifl.
mucizekâr:
mucizeler gösteren.
muamele:
davranma, davranfl,
yarglama.
muannit:
inatç.
mukim:
yerleflmifl.
müstakbel:
gelecek zaman.
raiyet:
tebaa, halk.
saadet-i uzma:
en büyük ebedî
mutluluk.
sabit:
de¤iflmeyen, bozulmayan.
sair:
di¤er, baflka.
sebatsz:
yerinde durmayan, de-
¤iflen.
semerat:
meyveler, neticeler.
suret:
flekil, biçim, yap görün-
tü, resim tarz, yol.
flark:
do¤u.
flimendifer:
tren.
tasavvur:
düflünme.
tayyare:
uçak.
tevehhüm:
zannetme, sanma.
ulvî:
yüksek, yüce.
vâsi:
genifl.
vaziyet:
hâl, durum.
yakînen:
kesin olarak, flüphesiz.
zahir:
görünen, açk.
zat:
kifli, flahs.
acayip:
flaflrtc, hayret verici
fleyler.
adalet:
her hak sahibine hak-
knn tam ve eksiksiz verilme-
si.
ahali:
halk.
âlî:
yüce, yüksek.
bâhir:
açk.
bâkî:
sürekli, kalc, yok olma-
yan.
basiretsiz:
sezgisiz, uzak gö-
rüfllü olmayan, ferasetsiz.
bekasz:
geçici , sürekli olma-
yan.
daimî:
devaml, sürekli.
daire-i memleket:
memleket
snrlarnn içi.
ecell:
en büyük, en üstün.
ecmel:
en güzel.
ekmel:
en mükemmel ve en
kusursuz.
emarat:
deliller, eserler, belir-
tiler.
eflmel:
en fazla kuflatan ve