ile rububiyetin saltanatn gösteren Zat- Zülcelâl, rububi-
yetin cenah- himayesine iltica eden ve hikmet ve adale-
te iman ve ubudiyetle tevfik-i hareket eden müminleri
taltif etmesin ve o hikmet ve adalete küfür ve tu¤yan ile
isyan eden edepsizleri tedip etmesin?
Hâlbuki, bu muvakkat dünyada, o hikmet, o adalete
lâyk binden biri insanda icra edilmiyor, tehir ediliyor.
Ehl-i dalâletin ço¤u ceza almadan, ehl-i hidayetin de ço-
¤u mükâfat görmeden buradan göçüp gidiyorlar. De-
mek, bir mahkeme-i kübraya, bir saadet-i uzmaya brak-
lyor.
Evet, görünüyor ki, flu âlemde tasarruf eden Zat, niha-
yetsiz bir hikmetle ifl görüyor. Ona bürhan m istersin?
Her fleyde maslahat ve faydalara riayet etmesidir.
Gör-
müyor musun ki, insanda bütün aza, kemikler ve damar-
larda, hatta bedenin hüceyratnda, her yerinde, her
cüzünde faydalar ve hikmetlerin gözetilmesi, hatta baz
azas, bir a¤acn ne kadar meyveleri varsa, o derece o
uzva hikmetler ve faydalar takmas gösteriyor ki, niha-
yetsiz bir hikmet eliyle ifl görülüyor. Hem, her fleyin sa-
natnda nihayet derecede intizam bulunmas gösterir ki,
nihayetsiz bir hikmet ile ifl görülüyor.
Evet, güzel bir çiçe¤in dakik programn, küçücük bir
tohumunda derç etmek, büyük bir a¤acn sahife-i ama-
lini, tarihçe-i hayatn, fihriste-i cihazatn küçücük bir çe-
kirdekte manevî kader kalemiyle yazmak, nihayetsiz bir
hikmet kalemi iflledi¤ini gösterir.
adalet:
her hak sahibine hakknn
tam ve eksiksiz verilmesi; hakka-
niyet, âdillik.
âlem:
kâinat.
aza:
organ.
beden:
vücut.
bürhan:
delil, tank.
cenah- himaye:
koruma taraf.
ceza:
yanlfl hareket sonunda tat-
bik edilen müeyyide.
cüz:
parça, bölük.
dakik:
ince, nazik.
derç:
yerlefltirmek, skfltrma.
edep:
iyi ahlâk, güzel terbiye.
ehl-i dalâlet:
hak yoldan sapkn
kimseler.
ehl-i hidayet:
do¤ru yolda olan-
lar.
fihriste-i cihazat:
maddî manevî
unsurlarn listesi.
hikmet:
her fleyin belirli gayelere
yönelik olarak, manal, faydal ve
tam yerli yerinde olmas; herke-
sin bilmedi¤i gizli sebep, lâhî ga-
ye.
hüceyrat:
hücrecikler.
icra:
yürütme, yerine getirme.
iltica:
s¤nma.
iman:
inanç.
intizam:
düzgünlük, tertipli olma.
isyan:
bafl kaldrma, itaatsizlik.
kader:
Allahn meydana gelecek
fleyleri olmadan önce plânlamas.
küfür:
Allahn varl¤na, birli¤ine
inanmama.
mahkeme-i kübra:
ahirette Allah
huzurunda yaplacak büyük
mahkeme.
manevî:
maddî olmayan, mana-
ya ait.
maslahat:
gaye, fayda.
muvakkat:
süresiz, geçici.
mükâfat:
ödül.
nihayetsiz:
sonsuz, snrsz.
riayet:
uyma, gözetme.
rububiyet:
rablk; Allahn her bir
varl¤a yaratlfl gayelerine ulafl-
malar için muhtaç oldu¤u fleyleri
vermesi; terbiye edip idaresi ve
egemenli¤i altnda bulundurmas.
saadet-i uzma:
en büyük
mutluluk
sahife-i amal:
ifllerin yazl-
mfl oldu¤u sayfa.
saltanat:
hükümdarlk.
taltif:
iyilikte bulunmak.
tarihçe-i hayat:
bir kimsenin
özetlenmifl hayat hikâyesi.
tasarruf:
hükmetmek, yönet-
mek.
tedip:
edeplendirme, edep
verme.
tehir:
geciktirme, erteleme.
tevfik-i hareket:
uygun dav-
ranflta bulunma.
tu¤yan:
azma, taflknlk, bafl
kaldrma.
ubudiyet:
kulluk.
uzuv:
organ.
Zat:
Allah.
Zat- Zülcelâl:
sonsuz büyük-
lük ve haflmet sahibi olan zat,
Allah.
112 | SÖZLER
O
NUNCU
S
ÖZ