Sikke-i Tasdik-i Gaybi - page 83

ellerinde çok şeyleri kalmamış. Cenab-ı Hakkın sırf bir ih-
sanı olarak Risaletü’n-Nur’un parlak, nuranî nasiyesini
müşahede ediyoruz ki, in’ikâs eden lemeat-ı Nuriyesi bü-
tün ihtiyacımıza kâfi ve vafi geliyor, herkesi hayrette bı-
rakıyor. Hem, ehl-i bid’ayı serfüru ettiriyor. Öylelerin li-
sanlarından, nedamet ve teessüfü ifade eden “Bilmemi-
şiz!” kelimeleri dökülüyor.
Muhitimizde, Risaletü’n-Nur’a karşı cazibedar ve çok
âli hakikatlerinden başka ehl-i bid’a lisanları susmuş; gü-
ya karanlıklı girdaplara sokulmuşlar, konuşuyorlar. Ko-
nuşsalar da tesirleri kalmamıştır. Cazibedar ve i’cazkâr li-
sanıyla ancak
Risaletü’n-Nur
konuşuyor. Bid’a ve dalâlet
zulmetlerine karşı ancak onun talebeleri kuvvet-i imanla
çelikten bir kale gibi duruyorlar. Hem öyle fevkalâde fütu-
hat yapıyor ve öyle harikulâde bir surette emir ve nehy-i
Kur’ânîyi temessük ettiriyor ki, pek çok müşahedatımız-
dan yalnız birisini bin kalemli kardeşimiz söylüyorlar ki...
Sükût.
Hüsrev
* * *
KÂTİP OSMAN’IN RÜYASINA AİT BİR FIKRASIDIR
Şaban-ı şerifin on beşinci, cumartesi Leyle-i Berat ge-
cesi rüyamda, büyük berrak, küçük bir deniz olan bir göl
sahilinde İngiliz veyahut Almanla biz, yani Türk hükûme-
ti harp ediyormuş. Harp esnasında semadan bir karaltı
zuhur etmeye başladı. “Acaba bu semadan inen nedir?”
Risaletü’n-Nur:
Nur Risalesi, Bedi-
üzzaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
sema:
gökyüzü, gök.
serfüru:
baş eğme, söz dinleme,
itaat.
suret:
biçim, şekil, tarz.
Sükût:
susma, sessiz kalma.
Şaban-ı Şerif:
şerefli Şaban ayı.
talebe:
öğrenci.
teessüf:
üzülme, acı duyma.
temessük:
yapışma, sarılma, sıkı-
ca tutunma.
vâfi:
yeterli, tam.
zuhur:
görünme, belli olma, orta-
ya çıkma.
zulmet:
karanlık.
âlî:
yüce, yüksek, ulu.
berrak:
nurlu, pek parlak, du-
ru, açık.
bid’a:
dinin aslına uymayan
adet ve uygulamalar.
cazibedar:
çekici, cazibeli.
dalâlet:
iman ve İslâmiyet’ten
ayrılmak, azmak.
ehl-i bid’a:
bid’atçılar, doğru
yoldan sapıp hurafelerin pe-
şinden gidenler.
fevkalâde:
olağanüstü.
fıkra:
kısım, fasıl, bölüm.
fütuhat:
zaferler, fetihler, gali-
biyetler.
girdap:
çok tehlikeli, içinden
çıkılması zor hâl.
güya:
sanki.
hakikat:
gerçek, esas.
harikulâde:
olağanüstü.
harp:
savaş.
i’cazkâr:
muarızlarının başları-
nı yere eğdirecek şekilde
mu’cizeli olan.
ihsan:
bağışlama, ikram etme,
lütuf.
in’ikâs:
aksetme, yansıma.
kâfî:
yeter, elverir.
kâtip:
yazıcı.
kuvvet-i iman:
iman kuvveti.
lemeat-ı Nuriye:
Risale-i
Nur’un lem’aları, parıltıları.
leyle-i Berat:
Berat Gecesi, Şa-
ban ayının 15. gecesi.
lisan:
dil.
muhit:
yöre, çevre.
müşahedat:
gözlemler.
müşahede:
bir şeyi gözle gör-
me, seyretme.
nasiye:
yüz.
nedamet:
pişmanlık.
nehy-i Kur’ânî:
Kur’ân-ı Ke-
rim’in yasaklaması.
nuranî:
nurlu, ışıklı, parlak,
münevver.
SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ | 83 |
M
ÜHİM
P
ARÇALAR
1...,73,74,75,76,77,78,79,80,81,82 84,85,86,87,88,89,90,91,92,93,...560
Powered by FlippingBook