Mekke-i Mükerremeyi ve Kâbe-i Muazzamayı harikulâde
bir surette düşmanlardan kurtarmasını ve o düşmanları
nasıl bir tokat yediklerini görmüyor musun?” diye ma-
na-i sarihiyle ifade ettiği gibi; bu asra dahi hitap eden o
cümle-i kudsiye, mana-i işarîsiyle der ki: “Senin dinin ve
İslâmiyet’in ve Kur’ân’ın ve ehl-i hak ve hakikatin cebbar
düşmanları olan dünyaperest ve dünyanın menfaati için
mukaddesatı çiğneyen o ashab-ı dünyaya senin Rabbin
nasıl tokatlarla cezalarını verdiğini görmüyor musun?
Gör, bak!” diye, mana-i işarîsiyle, bu cümle, aynen ma-
kam-ı cifrîsiyle tam bin üç yüz elli dokuz (1359) tarihiy-
le, aynen afat-ı semaviye nev’inde semavî tokatlarla, “İs-
lâmiyet’e ihanet cezası olarak…” diye, mana-i işarî ifade
ediyor. Yalnız,
(1)
p
?«/
Ør
dG p
ÜÉn
ër
°Un
G
yerinde
(2)
Én
«r
ft
ódG p
ÜÉn
ër
°Un
G
gelir.
Fîl
kalkar, dünya gelir.
(HAŞİYE)
HAŞİYE:
Bu fil lâfzı kalkmasının sırrı: Eski zamanda, dehşetli fil-i mahmu-
dî azametine, heybetine dayanmış, hücum etmişler. Şimdi ise, dünya
servetine ve malına ve o servetle havada ve denizde filolar teşkil edip,
esâret altına almış. Ve Avrupa medeniyetçileri, medeniyetin mehâsiniy-
le, iyilikleriyle, menfaatleriyle değil, belki medeniyetin seyyiâtıyla ve se-
fâhetiyle ve dinsizliğiyle üç yüz elli milyon Müslümanların her tarafta hâ-
kimiyetlerini imhâ edip istibdâdına serfürû etmiş ve bu musîbet-i semâ-
viyeye sebebiyet vermiş. Ve dünyaperest gaddar zâlimlere zulümlerine
ceza olarak tokatlar gelmeye ve fakir ve mâsumlar ve mazlumlara, fânî
mallarını ve hayatlarını âhiretlerine çevirmek ve kıymettar eylemek ve
dünyadaki günahlarına keffâretü’z-zünûb etmeye kader-i İlâhîye fetvâ
verdiler. Şimdi yedi senedir, dünyaperestlerin bu musîbette vaziyetlerini
ve sefâhetlerini ve Harb-i Umumî sahifelerini kat'iyen bilemiyorum. Fa-
kat, iki sene evvelki vaziyetleri, bu sûre-i kudsiyenin mânâ-i işârî tabaka-
sından gelen tokatlar, tamı tamına onların başlarına iniyorlar ve sûrenin
bir mânâ-i işârîsini tam tefsir ediyor.
afat-ı semaviye:
semavî afetler,
semavî musibetler.
ashab-ı dünya:
dünyalık kimseler.
azamet
: büyüklük.
cebbar:
zorba.
cümle-i kudsiye:
mukaddes ve
mübarek cümle.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
dünyaperest:
dünyaya tapan,
dünyaya düşkün, tamahlı, hırslı
kimse.
ehl-i hak ve hakikat:
hak ve haki-
kat yolunda çalışan ve gerçeği bu-
lan insanlar.
fânî:
ölümlü, geçici.
fetva:
bir konu hakkında verilen
hüküm, karar.
fil-i mahmudî:
Habeşî Yemen va-
lisi Ebrehe’nin Kkâbe’yi yıkmak
için geldiği zaman, ordusunda bu-
lunan Mahmut adlı fil.
gaddar:
çok fazla zulüm ve haksız-
lık eden.
hâkimiyet:
hâkim oluş, hükmediş,
egemenlik.
Harb-i Umumî:
genel harp, dünya
savaşı.
harikulâde:
olağanüstü.
haşiye:
dipnot.
heybet:
korku hissi veren büyük-
lük.
hitap:
söz söyleme, topluluğa ve-
ya birisine karşı konuşma.
ihanet:
hainlik, kötülük etme.
imha:
ortadan kaldırma, mahvet-
me.
istibdat:
kendi başına ve hiç bir ni-
zama ve kanuna bağlı olmadan
yönetme, keyfî idare sistemi.
Kâbe-i Muazzama:
büyük Kâbe.
kader-i İlâhiye:
İlâhî kader, Al-
lah’ın kader kanunu.
kat’iyen:
hiç bir zaman, asla.
kefaretü’z-zünup:
mü’minlere, iş-
ledikleri günahların affı için Allah
tarafından verilen kefaret hük-
mündeki hastalık ve musibetler.
kıymettar:
kıymetli, değerli.
makam-ı cifrî:
cifre ait makam, ci-
fir hesabına göre ulaşılan netice,
sayı değeri.
mana-yı işarî:
yazı ve işaretlerle
ifade edilen mana.
mana-yı sarih:
açık mana, remiz
ve ima yoluyla değil açık anlatım.
mazlum:
zulüm görmüş, haksızlı-
ğa uğramış.
mehasin:
güzellikler, iyilikler.
Mekke-i Mükerreme:
keremli,
aziz, mukaddes Mekke şehri.
menfaat:
fayda.
mukaddesat:
mukaddes, kutsal,
temiz ve yüce olan şeyler.
musibet:
felaket, bela.
musibet-i semaviye:
semavî
musibet, gökten gelen belâlar,
musibetler.
Rabb:
besleyen, yetiştiren,
verdiği nimetlerle mahlûkatı
ıslah ve terbiye eden Allah.
sak şeylere düşkünlük, sefih-
lik.
sebebiyet:
sebep olma.
sefahet:
zevk, eğlence ve ya-
sak şeylere düşkünlük, sefih-
lik.
semavî:
semaya ait, gökten
gelen; Allah tarafından olan,
İlâhî.
serfüru:
baş eğme, söz dinle-
me, itaat.
seyyiat:
seyyieler, fenalıklar,
kötülükler.
sır: gizli hakikat.
sure-i kudsiye:
mukaddes,
yüce sure.
suret:
biçim, şekil, tarz.
tefsîr:
Kur’ân’ın mana bakı-
mından izahı, açıklaması
teşkil:
oluşturma, şekillendir-
me.
vaziyet
: durum.
zalim: zulmeden, acımasız ve
haksız davranan.
zulüm:
haksızlık, eziyet, işken-
ce.
1.
Fil sahipleri.
2.
Dünyaya sahip çıkanlar, dünyayı isteyenler.
M
ÜHİM
P
ARÇALAR
| 90 | SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ