On sekiz sene müddetinde sünnet-i seniyeyi muhafa-
za için başına şapka koymadığından, on sekiz senedir
haps-i münferit hükmünde ihtilâttan men ve yalnız bir
odada hayatını geçirmeye mecbur edilen ve hususi iba-
detgâhında ezan-ı Muhammedî (
ASM
)
okuyup
“
(o
¬o
dn
Ón
L s
?n
L) o
ôn
Ñ`r
cn
G *n
G
” dediğinden ve “
*G s
’p
G n
¬'
dp
G n
B ’
”
hakikatini güneş gibi gösterdiğinden, yüz arkadaşıyla
taht-ı tevkife alınan bir adamı, yüzer emare ve karinele-
re istinaden inayet-i ilâhiyeden geldiğine kat’î bir kanaat-
le işarat-ı Kur’âniyeden bir müjdeyi hem kendine, hem
musibetzede arkadaşlarına teselli niyetiyle beyan ettiği
için, gıybet ve fena tabiratla teşhir etmek ve onun ders-
leriyle imanlarını kurtaran, masum şakirtlerini ondan
tenfir edip şüpheler vermek; güya ortalıkta medar-ı inkâr
hiçbir şey yok ve hiçbir münkeratı ve cinayeti görmüyor
gibi, yalnız o biçarenin mevhum bir hatasını, sekiz sene-
de seksen müdakkiklerin nazarında saklanan ve sathî ve
indî nazarına göre, bir içtihadî yanlışını görüyor zannıy-
la zemmetmek, elbette bu asırda, bu memlekette
Kur’ân-ı Mu’cizülbeyan’ın kasten işaretine medar olabilir
azim bir hâdisedir. Bence, Kur’ân’ın, nasıl ki her sure ve
bazan bir ayet ve bazan bir kelime bir mu’cize olur; öy-
le de, bu ayetin tek bir işareti, ihbar-ı gayb nev’inden bir
lem’a-i i’caziyedir.
Bu ayetin bu işareti, bu asırda, Risale-i Nur Şakirtleri-
nin hakkındaki gıybete baktığına üç emare var.
Allahü ekber:
Allah en büyük ve
en yücedir.
asr:
yüzyıl.
ayet:
Kur’an’ın her bir cümlesi.
azîm:
büyük.
beyan:
açıklama, bildirme, izah.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
cinayet:
cana kıyma, katl veya bu
derecede ağır bir suç.
emare:
alâmet, belirti, nişan.
ezan-ı Muhammedî:
Hz. Muham-
med’in tebliğ ettiği dinin ezanı.
galiz:
kaba, çirkin, terbiye ve ne-
zaket ölçüsünün dışında, edebe
aykırı.
gıybet:
arkadan çekiştirmek, hazır
olmayan birisinin aleyhinde ko-
nuşma.
güya:
sanki.
hâdise:
olay.
hakikat:
gerçek, esas.
haps-i münferit:
tek başına yalnız
hapis.
Hucurat:
Kur’ân-ı Kerîm’in 49. su-
residir. Medine’de nazil olmuştur.
hususî:
özel.
hükmünde:
değerinde, yerinde.
ibadetgâh:
ibadet yeri, mabet.
içtihadî:
içtihatla ilgili, içtihada ait.
ihbar-ı gayp:
gayptan gelen ha-
ber, geçmiş veya gelecek zamana
ait haberler.
ihtilât:
karışıp görüşme, beraber
yaşama.
iman:
inanç, itikat.
inâdî:
inada dayanan, sözünde ıs-
rar eden, ayak direten.
inayet-i İlâhiye:
Allah’ın yardımı.
istinaden:
istinat ederek, dayana-
rak.
işarat-ı Kur’âniye:
Kur’ân’ın işa-
retleri.
kanaat:
inanma, görüş, fikir.
karine:
delil.
kasten:
bile bile, isteyerek, kasıtlı
olarak.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tereddü-
de mahal bırakmayan.
Kur’ân-ı Mucizül Beyan:
açıkla-
malarıyla akılları benzerlerini yap-
maktan aciz bırakan Kur’an.
lâ ilâhe illallah:
Allah’tan baş-
ka ilah yoktur.
lem’a-i i’câziye:
mucize dere-
cesinde manevî parıltı.
mahkûm:
bir mahkemece hü-
küm giymiş, hükümlü.
masum:
suçsuz, günahsız, saf,
temiz.
medar:
sebep, vesile.
medar-ı inkâr:
inkâr sebebi.
men:
yasak etme, engelleme.
mevhum:
hakikatte olmayan,
vehim ve hayal ürünü olan.
mu’cize:
benzerini yapmak-
tan insanların aciz kaldığı şey.
muhafaza:
koruma.
musibetzede:
musibet gör-
müş, felâkete uğramış, belâya,
kazaya uğrayan.
müdakkik:
tetkik eden, ince-
den inceye araştıran.
müddet:
süre, zaman.
münkerat:.
nazar:
bakış, dikkat.
nev:
tür, çeşit.
sathî:
yüzeysel, derine inme-
yen, üstün körü.
sünnet-i seniye:
Hz. Muham-
med’in (asm) yüce sünneti;
yüksek hâl, söz, tavır ve tas-
vipleri.
şakirt:
talebe, öğrenci.
tabir:
ifade.
tabirat:
tabirler, ifadeler, te-
rimler, deyimler.
taht-ı tevkif:
gözetim altında,
hapishanede.
tenfir:
nefret ettirme, iğrendir-
me, tiksindirme.
teselli:
avutma, acısını dindir-
me.
teşhir:
gösterme, sergileme.
zem:
yerme, kınama, ayıpla-
ma.
M
ÜHİM
P
ARÇALAR
| 100 | SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ