sahabetkârâne ve iltizamperverâne o vazifeye koşup baş-
kaları da ve muallim ve alimleri koşturdular ki, beni hay-
ret hayret içinde bıraktılar.
Elhasıl:
Bu beş cihetteki tevafuk, zahir bir keramet-i
Nuriyedir.
(1)
»
u
Hn
Q p
?r
°†n
a r
øp
e Gn
ò'
g ! o
ór
ªn
ër
dn
G
Kardeşlerim, merak etmeyiniz,
Cevşen
ve
Evrad-ı Ba-
haiye
bu defa dahi o dehşetli zehrin tehlikesine galebe et-
ti; tehlike devresi geçti, fakat hastalık devam ediyor.
Umum kardeşlerime birer birer selâm, selametlerine
dua edip, şüphesiz makbul olan dualarını isterim ve İne-
boluda ve civarında hem çok hanımların, hem küçücük
yavrularının Risale-i Nur’u yazmaya başlamalarını ve Ku-
ran dersini çok masumların almasını bütün ruhucanımız-
la tebrik ediyoruz.
(2)
»/
bÉn
Ñr
dGn
ƒo
g »/
bÉn
Ñr
dn
G
Said Nursî
®
âlim:
ilim ile uğraşan, ilim adamı.
cihet:
yön.
civar:
çevre, yöre, etraf.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
devre:
dönem.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
elhâsıl:
hasılı, netice itibariyle,
kısaca.
Evrad-ı Bahaiye:
Bahaddin
Nakşibend'in (ks) zikri.
galebe:
galip gelme, üstünlük.
iltizamperverâne:
bir tarafı
tutmayı severcesine.
keramet-i Nuriye:
Risale-i
Nur’a ait keramet.
makbul:
kabul edilmiş, geçerli.
masum:
suçsuz, günahsız, saf,
temiz.
muallim:
ders veren, öğret-
men.
Risale-i Nur:
Nur Risalesi, Be-
diüzzaman Said Nursî’nin eser-
lerinin adı.
ruhucan:
ruh ve can; ruh ve
canla.
sahabetkârâne:
sahip çıkar-
casına, korurcasına.
selâm:
barış, rahatlık, selamet
ve esenlik dileme.
selâmet:
salimlik, eminlik,
kurtuluş, korku ve endişeden
uzak olma.
tevafuk:
uygunluk; belli sıra,
ölçü ve münasebetler içerisin-
de birbirine denk gelme.
umum:
bütün.
vazife:
görev.
zahir:
açık, âşikar.
1.
Allah’a hamd olsun. (Fâtihâ Sûresi: 2.) Bu Rabbimin fazlındandır. (Neml Suresi: 40.)
2.
Bâkî olan ancak Allah’tır.
M
ÜHİM
P
ARÇALAR
| 108 | SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ