Evet, bu hakikatle beraber, insan kusurdan, nisyandan
hali değil. Benim, bilmediğim çok kusurlarım var, belki
de fikrim karışmış; risalelerde hatalar olmuş. Fakat,
Kur’ân’ın hurufat-ı kudsiyesinin yerine beşerin tercüme-
sini ikame perdesi altında noksan huruflarla, yeni hat al-
tında, tahrifkarane, ehl-i dalâletin tevilat-ı fasideleri, aya-
tın sarahatini incitmelerine bakmıyor gibi, biçare mazlum
bir adamın, kardeşlerinin imanını kuvvetlendirmek için bir
nükte-i icaziyeyi beyan ettiği için hizmet-i imaniyesine fü-
tur verecek derecede itiraz, elbette, değil ehl-i hakikat zat-
lar, belki zerre miktar insafı bulunan itiraz edemez.
Bunu da ilâveten beyan ediyorum: Bu zamanda gayet
kuvvetli ve hakikatli milyonlarla fedakarları bulunan meş-
repler, meslekler, tarikatler, bu dehşetli dalâlet hücumu-
na karşı zahiren mağlubiyete düştükleri halde; benim gi-
bi yarım ümmi ve kimsesiz ve mütemadiyen tarassud al-
tında, karakol karşısında ve müthiş, müteaddit cihetlerle
aleyhimde propagandalar ve herkesi tenfir etmek vaziye-
tinde bulunan bir adam, o mesleklerden daha ileri, kuv-
vetli dayanan Risale-i Nura sahip değildir ve o eser onun
hüneri olamaz, onunla iftihar edemez. Belki, doğrudan
doğruya Kuran-ı Hakimin bu zamanda bir nevi mu’cize-i
maneviyesi olarak, rahmet-i İlâhiye tarafından ihsan edil-
miştir. O adam, binler arkadaşıyla beraber, o hediye-i
Kur’âniyeye el atmışlar; her nasılsa birinci tercümanlık
vazifesi ona düşmüş. Onun fikri ve ilmi ve zekasının ese-
ri olmadığına delil, Risale-i Nurda öyle parçalar var ki,
iman:
inanç, itikat.
itiraz:
kabul etmediğini belirtip
karşı çıkma.
Kur’ân-ı Hakîm:
her ayet ve sure-
sinde sayısız hikmet ve faydalar
bulunan Kur’ân.
mağlûbiyet:
yenilgi, yenilme.
mazlum:
zulüm görmüş, haksızlı-
ğa uğramış.
meslek:
gidiş, tutulan yol, sistem.
meşrep:
gidiş, hareket tarzı, tavır,
tutum, meslek.
mu’cize-i manevîye:
manevî mu-
cize.
müteaddit:
çeşitli, bir çok.
mütemadiyen:
sürekli olarak, de-
vamlı.
müthiş:
dehşet veren, ürküten,
dehşetli, korkunç.
nevî:
çeşit, tür.
nisyan:
unutma, unutuş.
nükte-i i’caziye:
şaşırtan, mucize-
vî manası olan söz.
propaganda:
bir inanç, düşünce,
doktrin v.b. ni başkalarına tanıt-
mak, benimsetmek amacını gü-
den ve çeşitli vasıtalarla yapılan
faaliyet.
rahmet-i İlâhîye:
Allah’ın sonsuz
rahmeti, İlâhî rahmet.
Risale-i Nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
sarahat:
sarihlik, açıklık, belirlilik.
tahripkârane:
yıkıcı şekilde.
tarassut:
gözetme, göz altında
tutma.
tarikat:
Allah’a ulaşmak için şey-
hin gözetiminde müridin takip
edeceği terbiye usul ve yolu.
tenfir:
nefret ettirme, iğrendirme,
tiksindirme.
tevilât-ı faside:
bozgunculuk ve-
ren, fitne çıkaran yorumlar.
ümmî:
okuma yazması olmayan,
okumamış.
vazife:
görev.
vaziyet:
durum.
zahiren:
görünüşte.
zat:
kişi, şahıs.
zerre:
pek ufak parça.
aleyh:
ona karşı, onun üzeri-
ne.
ayat:
Kur’ân ayetleri.
beşer:
insan, insanlık.
beyan:
açıklama, bildirme,
izah.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
cihet:
yön.
dalâlet:
iman ve İslâmiyet’ten
ayrılmak, azmak.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
delil:
bir davayı ispata yarayan
şey, burhan.
ehl-i dalâlet:
dalâlet ehli; yol-
dan çıkanlar, azgın ve sapkın
kimseler.
ehl-i hakikat:
hakikati arzula-
yanlar, gerçeği bulup onun pe-
şinden gidenler; Allah adamı.
fedakâr:
kendini veya şahsî
menfaatlerini hiçe sayan, feda
eden.
fütur:
zayıflık, gevşeklik,
usanç.
gayet:
son derece.
hakikat:
gerçek, esas.
hâlî:
boş, bir şeyden uzak,
müstesna.
hatt:
yazı, el yazısı.
hediye-i Kur’âniye:
Kur’ân’ın
hediyesi.
hizmet-i imaniye:
iman ve
Kur’an hakikatlerinin ikna edi-
ci ve ilmî delillerle anlaşılması-
na hizmet etme.
huruf:
harfler.
hurufât-ı kudsiye:
mukaddes
harfler.
hücûm:
saldırma.
iftihar:
övünme.
ihsan:
bağışlama, ikram etme,
lütuf.
ikame:
yerine koyma.
ilaveten:
ilave olarak, ekleye-
rek.
SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ | 105 |
M
ÜHİM
P
ARÇALAR