okunsa, milyonlar ruhlara hediye edilse, her birine tam
bir Yâsin-i Şerif düşer.
İKİNCİ SUAL:
Şiddetle ve âmirâne denildi ki: “Sen
Risale-i Nur’u makbuliyetine dair Hazret-i Ali
(
RA
)
ve
Gavs-ı Azam
(
RA
)
gibi zatların kasidelerinden şahitler gös-
teriyorsun. Hâlbuki, asıl söz sahibi Kur’ân’dır. Risale-i
Nur, Kur’ân’ın hakikî bir tefsiri ve hakikatinin bir tercü-
manı ve meselelerinin bürhanıdır. Kur’ân ise, sair kelâm-
lar gibi kışırlı, kemikli ve şuuru hususi ve cüz’î değildir.
Belki Kur’ân, umum işaratıyla ve eczasıyla ayn-ı şuurdur,
kışırsızdır, fuzulî, lüzumsuz maddeleri yoktur, âlem-i gay-
bın tercümanıdır. Sözler hakkında söz onundur. Görelim
o ne diyor?”
ELCEVAP:
Risale-i Nur doğrudan doğruya Kur’ân’ın
bahir bir bürhanı ve kuvvetli bir tefsiri ve parlak bir
lem’a-i i’caz-ı manevîsi ve o bahrin bir reşhası ve o gü-
neşin bir şuaı ve o maden-i ilm-i hakikatten mülhem ve
feyzinden gelen bir tercüme-i maneviyesi olduğundan,
onun kıymetini ve ehemmiyetini beyan etmek Kur’ân’ın
şerefine ve hesabına ve senasına geçtiğinden, elbette
Risale-i Nur’un meziyetini beyan etmekliği, hak iktiza
eder ve hakikat ister, Kur’ân izin verir. Benim gibi bir
tercümanın hissesi yalnız şükürdür. Hiçbir cihette fahre,
temeddühe gurura hakkı yoktur ve olamaz. Gelecek
ayetlerin işaratına bu nokta-i nazarla bakmak gerektir.
Yoksa beni hodbinlikle ittiham edenlere hakkımı helâl
etmem. Bu çok ehemmiyetli suale karşı iki-üç saat zar-
fında birden Kur’ân’ın ayat-ı meşhuresinden “Sözler”
âlem-i gayp:
gayp âlemi, görün-
meyen, fakat varlığı kesin olan ve
mahiyeti allah tarafından bilinen
başka dünyalar.
amirâne:
emrederek, emrederce-
sine.
ayat-ı meşhure:
meşhur ayetler.
ayet:
Kur’an’ın her bir cümlesi.
ayn-ı şuur:
tam şuurluluk.
bâhir:
apaçık, aşikar.
bahr:
deniz.
beyan:
açıklama, bildirme, izah.
bürhan:
bir şeyi ispatlamak için
kullanılan kesin delil.
cihet:
yön.
cüz’î:
küçük, az.
dair:
alakalı, ilgili.
ecza:
cüz’ler, parçalar, kısımlar.
ehemmiyet:
önem, değer, kıy-
met.
elcevap:
cevap olarak.
fahr:
övünme, böbürlenme.
feyiz:
bolluk, bereket; ilim, irfan.
fuzulî:
boşuna, yersiz, gereksiz, lü-
zumsuz.
Gavs-ı Azam:
en büyük gavs, Ab-
dülkadir-i Geylânî Hazretlerinin
namı.
hâk:
doğruluk, gerçek, hakikat.
hakikat:
gerçek, asıl, esas.
hakikî:
gerçek.
hisse:
pay, nasip.
hodbin:
kendini düşünen, bencil.
hususî:
özel.
iktiza:
gerektirme, lüzumlu kılma.
işarat:
işaretler, haber vermeler.
ittiham:
suç altında buluınma,
töhmetli olma.
kaside:
övgü maksadıyla yazılmış
şiir ve bu şiirin nazım şekli.
kelâm:
söz, lafız.
kıymet:
değer.
lem’a-i i’caz-ı manevi:
manevi
mu’cizenin parıltısı.
maden-i ilm-i hakikat:
hakikat il-
minin madeni, kaynağı.
makbuliyet:
makbullük, beğenil-
mişlik, geçerlilik.
mesele:
önemli konu.
meziyet:
bir şeyi başkaların-
dan ayıran vasıf, üstünlük ve
değerlilik vasfı.
mülhem:
ilham olunmuş.
nokta-i nazar:
görüş açısı, ba-
kış açısı; görüş, fikir.
Rahîm:
merhamet eden, çok
merhametli olan, esirgeyen,
koruyan, acıyan Allah.
Rahman:
sonsuz merhamet
sahibi ve şefkatle bütün var-
lıkları rızıklandıran Allah.
reşha:
sızıntı, damla.
Risale-i Nur:
Nur Risalesi, Be-
diüzzaman Said Nursî’nin eser-
lerinin adı.
ruh:
dirilik kaynağı, hayatın te-
meli ve sebebi olan manevî
varlık.
sâir:
diğer, başka, öteki.
senâ:
methetme, övme.
Sual:
soru.
sual:
soru.
şeref:
manevî büyüklük, yü-
celik, onur.
şua:
ışın, bir ışık kaynağından
uzanan ışık telleri.
şuur:
bilinç.
şükür:
Allah’ın nimetlerine
karşı memnunluk gösterme,
gerek dil ile gerekse hal ile Al-
lah’ı hamd etme.
tefsîr:
Kur’ân’ın mana bakı-
mından izahı, açıklaması.
temeddüh:
kendi kendini öv-
me, kendini methetme, bö-
bürlenme.
tercüme-i maneviye:
manevî
tercüme.
umum:
bütün.
Yasin-i Şerif:
şerefli Yasin su-
resi.
zarfında:
süresince.
zat:
kişi, şahıs.
B
İRİNCİ
Ş
UA
| 110 | SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ