TAHLİL
ä
, dört yüz,
ñ
altı yüz = bin; iki
…
, iki
?
yüz, iki
?
iki
?
yüz; üçüncü
?
,
¿
,
…
yüz;
O
,
Ü
, üç
ì
otuz; dördüncü
…
on, beş
G
bir
?
ile beraber on, ahirdeki “tenvin” vakfen
elif olduğu için, yekûnu bin üç yüz elli bir, aslı
yâ
-i mü-
şeddede olduğundan, bin üç yüz altmış bir eder.
(HAŞİYE)
Ék
àr
«n
e
aslı
yâ
-i müşeddede olduğundan bin üç yüz altmış bir
eder.
Said Nursî
* * *
(2)
p
?p
ór
ªn
ëp
H o
íu
Ñn
°ùo
j s
’p
G rm
Ån
°T r
øp
e r
¿p
Gn
h @
(1)
o
¬n
fÉn
ër
Ño
°S /
¬p
ªr
°SÉp
H
Bu aciz kardeşiniz, hem itiraz eden o eski dost zata,
hem ehl-i dikkate ve sizlere beyan ediyorum ki:
Kur’ân-ı Mu’cizülbeyan’ın feyziyle Yeni Said (
RA
) haka-
ik-ı imaniyeye dair o derece mantıkça ve hakikatçe bür-
hanlar zikrediyor ki; değil Müslüman uleması, belki en
muannit Avrupa feylesoflarını da teslime mecbur ediyor
ve etmektedir. Amma, Risale-i Nur’un kıymet ve ehem-
miyetine işarî ve remzî bir tarzda Hazret-i Ali (
RA
) ve
Gavs-ı Azam’ın (
RA
) ihbaratı nev’inden, Kuran-ı Mu’ci-
zülbeyan dahi bu zamanda bir mu’cize-i maneviyesi olan
HAŞİYE:
Bu ayet, bizi şiddetli menettiğinden, bizi gıybet edenleri unut-
malıyız, medar-ı gıybet etmemeliyiz. İnşaallah, daha tekerrür etmeyecek.
âciz:
zayıf, güçsüz, zavallı.
ahir:
son.
amma:
ama, lakin, ancak.
ayet:
Kur’an’ın her bir cümlesi.
beyan:
açıklama, bildirme, izah.
bürhan:
delil, ispat, hüccet.
dair:
alakalı, ilgili.
ehemmiyet:
önem, değer, kıy-
met.
ehl-i dikkat:
dikkatliler, dikkat sa-
hipleri.
feyiz:
bolluk, bereket, ihsan, bağış.
feylesof:
dinsiz, sapık fikirli, felsefe
ile uğraşan.
Gavs-ı Azam:
en büyük gavs, Ab-
dülkadir-i Geylânî Hazretlerinin
namı.
gıybet:
arkadan çekiştirmek, hazır
olmayan birisinin aleyhinde ko-
nuşma.
hakaik-ı imaniye:
imana ait haki-
katler, imanî gerçekler.
hakikat:
gerçek, esas.
haşiye:
dipnot.
ihbarat:
ihbarlar, bildirmeler, ha-
ber vermeler.
iman:
inanç, itikat.
inşaallah:
‘Allah izin verirse’ ma-
nasında kullanılan bir dua.
işarî:
bir kelimenin açık manasına
bağlı olarak ikinci ve üçüncü dere-
cede işaret yolu ile yapılan açıkla-
ma.
kıymet:
değer.
Kur’ân-ı Mucizül Beyan:
açıkla-
malarıyla akılları benzerlerini yap-
maktan aciz bırakan Kur’an.
medar-ı gıybet
: gıybet sebebi.
men:
yasak etme, engelleme.
mu’cize-i manevîye:
manevî
mucize.
muannit:
inatçı, ayak direyen.
nev:
tür, çeşit.
nur:
aydınlık, parıltı, ışık.
remzî:
remizli, işaretli olarak.
Risale-i Nur:
Nur Risalesi, Be-
diüzzaman Said Nursî’nin eser-
lerinin adı.
Sure:
Kur’ân-ı Kerîm’in ayrıldı-
ğı 114 bölümden her biri.
t
ahlil:
bir kelime veya cümleyi
çeşitli yönleriyle inceleme.
tarz:
biçim, şekil.
tekerrür:
tekrarlanma.
tenvin:
Arapça bir kelimenin
sonunu nun gibi okutmak
üzere konulan işaret; kelime-
nin sonuna iki üstün (en), iki
esre.
ulema:
âlimler, bilginler, ilim
sahipleri.
vakfen:
arapçada bir kelime-
nin sonunu harekesiz okuma.
yâ-i müşeddede:
şeddeli ‘ya’
harfi.
yekûn:
toplam.
zat:
kişi, şahıs.
zikr:
anma, anılma.
1.
Her türlü kusur ve noksandan münezzeh olan Allah’ın adıyla.
2.
Hiçbir şey yoktur ki Onu övüp Onu tesbih etmesin. (İsrâ Sûresi: 44.)
M
ÜHİM
P
ARÇALAR
| 102 | SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ