Sikke-i Tasdik-i Gaybi - page 99

zamanda medar-ı nazar bir hâdise-i Kur’âniye olduğun-
dan, bir-iki işaret değil, belki benimle beraber Risale-i Nur
Şakirtleri tarafından istihraç edilen beş risalede yazılan
işaretler, bir cihette bine yaklaşıyor. Bin incecik saçlar da-
hi toplansa kuvvetli bir ip olduğu gibi, sarahate yakın bir
delâlet oluyor. Vahdet-i mesele cihetiyle o işaretler birbi-
rine kuvvet verir. Bazı işaratı zayıf görmekle onu inkâr et-
mek, insafa, hakperestliğe muvafık olamaz. İnkâr eden
mazur olamaz. Hususan lüzumsuz ve zararlı ve müfritâne
bir gıybet olsa, bu zamanda ehl-i ilim ortasında ehl-i ha-
kikati ağlattıracak bir hâdise-i elîmedir.
* * *
(1)
o
¬n
fÉn
ër
Ño
°S /
¬p
ªr
°SÉp
H
Kardeşlerim,
Kur’ân’ın birtek ayetinin birtek işareti, ihbar-ı gayp
nev’inden bir lem’a-i i’caziyeyi tevafuk suretiyle gösterdi-
ğini manevî bir ihtarla gördüm.
(2)
Ék
àr
«n
e p
¬«/
Nn
G n
ºr
ën
d n
?o
cr
Én
j r
¿n
G r
ºo
co
ón
Mn
G t
Öp
ëo
jn
G
bu ayet-i kerimenin makam-ı cifrîsi, şedde ve tenvin sa-
yılmazsa, bin üç yüz elli birdir;
Ék
àr
«n
e
in aslı
Ék
àu
«n
e
olmasından
bin üç yüz altmış bir ederek, bu tarihte umur-i azîmeden
bir dehşetli gıybeti, şu ayetin mana-i işarî külliyetinde
dâhil ediyor. Umur-i azîmeden böyle bir acip gıybet aynı
tarihte, aynı senede vukua geldi. Şöyle ki:
işarat:
işaretler, alâmetler, belirti-
ler.
külliyet:
bütünlük, umumîlik.
lem’a-i i’câziye:
mucize derece-
sinde manevî parıltı.
makam-ı cifrî:
cifre ait makam, ci-
fir hesabına göre ulaşılan netice,
sayı değeri.
mana-i işarî:
yazı ve işaretlerle ifa-
de edilen mana.
manevî:
manaya ait, maddî olma-
yan.
mazur:
özürlü, özrü olan.
medar-ı nazar:
göz önünde bu-
lundurulması gereken.
muvafık:
uygun, münasip.
müfritane:
müfrit bir şekilde, aşırı
derecede, aşırı olarak.
nev:
tür, çeşit.
Risale-i Nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
sarahat:
sarihlik, açıklık, belirlilik.
suret:
biçim, şekil, tarz.
şakirt:
talebe, öğrenci.
şedde:
Arapça ve Farsçada iki defa
okunması gereken bir harfin üzeri-
ne konulan ve o harfi iki defa oku-
tan işaret.
tenvin:
Arapça bir kelimenin so-
nunu nun gibi okutmak üzere ko-
nulan işaret; kelimenin sonuna iki
üstün (en), iki esre.
tevafuk:
uygunluk; belli sıra, ölçü
ve münasebetler içerisinde birbiri-
ne denk gelme.
umur-ı azîme:
büyük işler.
vahdet-i mesele:
meselenin, ko-
nunun birliği.
vuku:
olma, gerçekleşme, meyda-
na gelme
acip:
tuhaf, hayrette bırakan.
ayet:
Kur’an’ın her bir cümlesi.
ayet-i kerîme:
Kur’ân’ın ayeti;
azamet ve şerefi olan ayet.
cihet:
yön.
dahil:
girme, içinde olma.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
delâlet:
delil olma, gösterme.
ehl-i hakikat:
hakikati arzula-
yanlar, gerçeği bulup onun pe-
şinden gidenler; Allah adamı.
ehl-i ilim:
ilim sahipleri, ilim
adamları.
gıybet:
arkadan çekiştirmek,
hazır olmayan birisinin aley-
hinde konuşma.
hâdise-i elîme:
elem verici,
üzücü hâdise.
hâdise-i Kur’âniye:
Kur'ân'da
haber verilen olay.
hakperest:
doğruluk ve hak-
tan taviz vermeyen ve ayrıl-
mayan.
hususan:
bilhassa, özellikle.
ihbar-ı gayp:
gayptan gelen
haber, geçmiş veya gelecek
zamana ait haberler.
ihtar:
hatırlatma, uyarı.
inkâr:
reddetme, inanmama,
kabul ve tasdik etmeme.
istihraç:
bir şeyden bir şey çı-
karma, sonuç çıkarma, mana
çıkarma.
1.
Her türlü kusur ve noksandan münezzeh olan Allah’ın adıyla.
2.
Sizden biri, ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? (Hucurat Suresi: 12.)
SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ | 99 |
M
ÜHİM
P
ARÇALAR
1...,89,90,91,92,93,94,95,96,97,98 100,101,102,103,104,105,106,107,108,109,...560
Powered by FlippingBook