haber vermekle beraber, dünyayı her cihetle dine tercih
etmek ve dalâlette gitmenin cezası olarak cifir ve hesab-ı
ebced ile üç cümlesi aynı hâdisenin zamanına tetabuk
edip, işaret ediyor.
BİRİNCİ CÜMLESİ:
Kâbe-i Muazzamaya hücum eden
Ebrehe askerlerinin başlarına ebabil tayyareleriyle sema-
vî bombalar yağdırmasını ifade eden
(1)
m
In
QÉn
ép
ëp
H r
ºp
¡«/
er
ôn
J
cümle-i kudsiyesi, bin üç yüz elli dokuz edip, dünyayı di-
ne tercih eden ve nev-i beşeri yoldan çıkaran medeniyet-
çilerin başlarına semavî bombalar ve taşlar yağdırmasına
tevafukla işaret ediyor.
İKİNCİ CÜMLESİ:
(2)
m
?«/
?r
°†n
J »/
a r
ºo
gn
ór
«n
c r
?n
©r
én
j r
ºn
dn
G
kelime-i
kudsiyesi, eski zaman hâdisesindeki, Kâbe’nin nurunu
söndürmek için, hilelerle hücum edenlerin kendileri
yokluk, zulümat, dalâlette aksülamel ile aleyhlerine
dönmesiyle tokat yedikleri gibi; bu asrın aynen hilelerle,
desiselerle edyan-ı semaviye kâbesini, kıblegâhını dalâlet
hesabına tahribe çalışan cebbar, mağrur ehl-i dalâletin
tadlil ve idlâllerine semavî bombalar tokadıyla cezalanma-
sına, aynı tarihi
(3)
m
?«/
?r
°†n
J »/
a
kelime-i kudsiyesi bin üç yüz
altmış makam-ı cifrîsiyle tevafuk edip işaret ediyor.
ÜÇÜNCÜSÜ:
(4)
p
?«/
Ør
dG p
ÜÉn
ër
°Un
Ép
H n
?t
Hn
Q n
?n
©n
a n
?r
«n
cn
ôn
J r
ºn
dn
G
cümle-i kudsiyesi, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâ-
ma hitaben, “Senin mübarek vatanın ve kıblegâhın olan
rilmiş olan hak dinler.
ehl-i dalâlet:
dalâlet ehli; yoldan
çıkanlar, azgın ve sapkın kimseler.
hâdise:
olay.
hesab-ı ebced:
harflere verilen sa-
yı değerleri ile ibarelerden geçmi-
şe veya geleceğe ait işaretler çı-
karmak, tarih düşürmek.
hitaben:
hitap ederek, söyleyerek.
hücûm:
saldırma.
idlâl:
dalâlete düşürme, doğru yol-
dan çıkarma, saptırma, azdırma.
Kâbe-i Muazzama:
büyük Kâbe.
kelime-i kudsiye:
mukaddes, yü-
ce söz.
kıblegâh:
kıble tarafı, kıblenin bu-
lunduğu yer.
mağrur:
gururlu; kendini beğen-
miş, büyüklük taslayan.
makam-ı cifrî:
cifre ait makam, ci-
fir hesabına göre ulaşılan netice,
sayı değeri.
mübarek:
feyizli, bereketli, kutlu.
nev’i beşer:
insanoğlu, insanlar.
nur:
aydınlık, parıltı, ışık.
Resul-i Ekrem:
çok cömert, kerîm
olan peygamber, Hz. Muhammed
(asm).
semavî:
semaya ait, gökten gelen;
Allah tarafından olan, İlâhî.
tadlil:
doğru yoldan çıkartma,
doğru yoldan saptırma, dalâlete
düşürme.
tahrip:
harap etme, yıkma, boz-
ma.
tayyare:
uçak (mecaz anlamda).
tetabuk:
birbirine uygun gelme,
uyma.
tevafuk:
uygunluk; belli sıra, ölçü
ve münasebetler içerisinde birbiri-
ne denk gelme.
zulümat:
karanlıklar, dinsizlik, zu-
lüm ve külür.
aksülamel:
tepki, reaksiyon.
aleyh:
ona karşı, onun üzeri-
ne.
Aleyhissalâtü vesselâm:
‘sa-
lât ve selam onun üzerine ol-
sun’ anlamında Hz. Muham-
med’e dua.
asr:
yüzyıl.
cebbar:
zorba.
cifir:
harflere verilen sayı kıy-
meti ile geleceğe veya geçen
hâdiselere, ibarelerden tarih
veya isme dair işaretler çıkar-
mak ilmî.
cihet:
yön.
cümle-i kudsiye:
mukaddes
ve mübarek cümle.
dalâlet:
iman ve İslâmiyet’ten
ayrılmak, azmak.
desise:
hile, oyun, aldatmaca.
ebabil:
Kur’ân-ı Kerîm’in Fil Su-
resinde (sure no:105) geçen,
Kâbe’yi yıkmaya gelen Ebre-
he’nin ordusunu helâk eden
kuşlar sürüsüne verilen isim.
edyan-ı semaviye:
semavî
dinler, Allah tarafından gönde-
1.
Onlara ateşte pişirilmiş taşlar attılar. (Fîl Sûresi: 4.)
2.
Onların tuzaklarını boşa çıkarmadı mı? (Fîl Sûresi: 2.)
3.
Boşa çıkarmadı mı? (Fîl Sûresi: 2.)
4.
Rabbinin fil sahiplerine ne yaptığını görmedin mi? (Fîl Sûresi: 1.)
SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ | 89 |
M
ÜHİM
P
ARÇALAR