(1)
p
äÉn
ëp
dÉs
°üdG Gƒo
?p
ªn
Yn
h Gƒo
æn
e'
G n
øj/
òs
`dn
G
bin beşyüz altmış bir ma-
kamıyla, hem
(2)
p
ôr
Ñs
°üdÉp
H Gr
ƒn
°U Gn
ƒn
Jn
h u
?n
ër
dÉp
H Gr
ƒn
°U Gn
ƒn
Jn
h
bin beş
yüz altmış makamıyla iştirak edip, o taife-i azîmenin mü-
cahedatları ne kadar devam edeceğini mana-i işarî ve cif-
rî ile gösterirler. Ve Fatiha ve hadisin irae ettikleri tarihe,
makam-ı ebcetleriyle takarrüp edip, farklı bir derece te-
vafuk ederler ve manalarıyla da, tam tetabuk ederek, par-
lak bir lem’a-i i’caz-ı gaybiyeyi gösteriyorlar.
* * *
BİRDENBİRE KALBE GELEN BİR
NÜKTE-İ İ’CAZİYEDİR
Kur’ân’a ait en cüz’î, en küçük bir nüktenin de kıyme-
ti büyük olduğundan, İşarat-ı Kur’âniyenin bu zamanımıza
tevafuk eden küçük bir şuaı, bugün, Sure-i Asr nükte-i
i’caziyesi münasebetiyle, Sure-i Fil’den, mana-i işarî ta-
bakasından, tevafuk düsturuna istinaden bir nüktesini be-
yan etmem ihtar edildi. Şöyle ki:
Sure-i
n
?r
«n
cn
ôn
J r
ºn
dn
G
meşhur ve tarihî bir hâdise-i cüz’iyeyi
beyan ile gelen ve her asırda efradı bulunan o gibi ve ona
benzeyen hâdiseleri ihtar ve tabakat-ı işariyeden her bir
tabakaya göre bir manayı ifade etmek umum asırlarda
umum nev-i beşerle konuşan Kur’ân-ı Mu’cizülbeyan’ın
belâgatinin muktezası olmasından, bu kudsî sure, bu as-
rımıza da bakıyor, ders veriyor, fenaları tokatlıyor. Ma-
na-i işarî tabakasında bu asrın en büyük hâdisesini
asır:
yüzyıl.
belâgat:
söz ve yazıda sanatlı ve
tesirli ifade; bir şeyde saklı bulu-
nan derin anlam.
beyan:
açıklama, bildirme, izah.
cifrî:
cifir hesabına ait.
cüz’î:
küçük, az.
düstur:
kaide, esas, prensip.
efrat:
fertler.
hadis:
Hz. Muhammed’e (asm) ait
söz, emir, fiil veya Hz. Peygambe-
rin onayladığı başkasına ait söz, iş
veya davranış.
hâdise:
olay.
hâdise-i cüz’iye:
küçük ve basit
hâdise, olay.
ihtar:
hatırlatma, uyarı.
irae:
gösterme.
istinaden:
istinat ederek, dayana-
rak.
işarat-ı Kur’âniye:
Kur’ân’ın işa-
retleri.
iştirak:
katılma, ortak olma.
kıymet:
değer.
kudsî:
mukaddes, yüce.
Kur’ân-ı Mucizül Beyan:
açıkla-
malarıyla akılları benzerlerini yap-
maktan aciz bırakan Kur’an.
lem’a-i i’caz-ı gaybiye:
mucize
derecesinde gaybî parıltı.
makam:
yer, durak.
makam-ı ebced:
ebced makamı,
harflere sayı değeri verilerek elde
edilen sonuç.
mana-yı işarî:
yazı ve işaretlerle
ifade edilen mana.
muktezâ:
iktiza eden, gereken.
mücahedat:
mücahedeler, sa-
vaşmalar.
münasebet:
vesile, -dan dola-
yı.
nev’i beşer:
insanoğlu, insan-
lar.
nükte:
ince manalı, ancak dik-
katle anlaşılabilen mana veya
söz.
nükte-i i’caziye:
şaşırtan, mu-
cizevî manası olan söz.
sure:
Kur’ân-ı Kerîm’in ayrıldığı
114 bölümden her biri.
Sure-i Fil:
Fil Suresi.
sure-i meşhur:
meşhur sure.
Sure-i Ve’l-Asr:
Asr suresi.
şua:
ışın, bir ışık kaynağından
uzanan ışık telleri.
tabaka:
derece, kat.
tabakat-ı işarîye:
işarî mana-
daki makamlar, tabakalar.
taife-i azîme:
büyük bir taife,
büyük bir grup.
takarrüp:
yakınlaşma, yaklaş-
ma, yanaşma.
tarihî:
tarihe ait, tarihle ilgili.
tetabuk:
birbirine uygun gel-
me, uyma.
tevafuk:
uygunluk; belli sıra,
ölçü ve münasebetler içerisin-
de birbirine denk gelme.
umum:
bütün.
1.
Ancak imân eden, güzel işler yapanlar… (Asr Sûresi: 3.)
2.
Ve birbirine hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesnâ. (Asr Sûresi: 3.)
M
ÜHİM
P
ARÇALAR
| 88 | SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ