kusurumuz varsa bize lütufkârâne ihtar ve ikazdır. Ce-
nab-ı Hak, Settarü’l-Uyûb’dur; hasenat seyyiata mukabil
gelse, affeder. İman hizmetinde yüz binler insanın imanı-
nı tahkikî yapmak hasenesine karşı benim gibi bir biça-
renin hüsn-i niyetle, kuvvetli emarelerle inayet-i İlâhiye-
den tasavvur ettiği bir müjde-i Kur’âniyenin tefehhümün-
de bir yanlış, belki yüz yanlış varsa da o hasenata karşı
gelemez, setri uyûb perdesini yırtamaz. Her neyse...
Bu mesele yalnız şahsıma taallûk etseydi, ben cidden
nefs-i emmaremi tam kırmak için ona minnettar olur-
dum.
Mesleğimiz, bu zamanda hakka hizmet, bütün bü-
tün terk-i enaniyetle olabileceğini kat’î kanaatimiz oldu-
ğu gibi, yirmi senedir nefs-i emmarem ister istemez o
mesleğe itaate mecbur olmuş.
Risale-i Nur ve mukadde-
matları, buna bir hüccet-i katıadır. Fakat garaz ve inat ve
bir nevi taassub-i meslekiyeyi ihsas eden ve esrar-ı mes-
tureyi işaa suretinde gelen itiraz ve ayıplara karşı Eski
Said (
RA
) lisanıyla derim: İşte meydan! En mutaassıp ule-
madan ve en büyük veliden tut, tâ en dinsiz feylesoflara
ve müdakkik hükemalara, Risale-i Nur’daki davaları is-
pat etmeye hazırım ve hem de ispat etmişim ki, benim
mahvıma ve idamıma mütemadiyen çalışan zındık filo-
zoflar ve mülhidler, o davaları cerh edemiyorlar ve ede-
memişler.
Hem bütün hayatımda delilsiz davaları zikretmediğim,
sizin gibi eski ve yeni arkadaşlarım biliyorlar. Bahusus,
Kur’ân-ı Mu’cizülbeyan’dan aldığım bir kuvvetle Avrupa
filozoflarına Risale-i Nur meydan okur. Risale-i Nur bu
bîçare:
çaresiz, zavallı.
cerh:
yaralama.
cidden:
ciddî olarak, gerçek ola-
rak.
dava:
takip edilen fikir, iddia.
delil:
bir davayı ispata yarayan
şey, burhan.
emare:
alâmet, belirti, nişan.
esrar-ı mesture:
gizlenmiş, örtül-
müş sırlar.
filozof:
felsefe ile uğraşan.
garaz:
kötü kasıt, düşmanca niyet,
kin.
Hâk:
doğruluk, gerçek, hakikat; Al-
lah.
hasenat:
iyi ameller, iyi işler, ha-
yırlar.
hasene:
hayırlı amel, Allah rızasına
uygun iş.
hüccet-i katıa:
kat’i ve kesin delil,
hiç bir şüpheye mahal bırakma-
yan delil.
hükema:
âlimler, çok bilgili kimse-
ler, feylesoflar, filozoflar.
hüsn-i niyet:
iyi niyet, temiz kalp-
lilik.
ihsas:
hissetirme, sezdirme.
ihtar:
hatırlatma, uyarı.
ikaz:
uyarı.
iman:
inanç, itikat.
inayet-i İlâhiye:
Allah’ın yardımı.
ispat:
doğruyu delillerle gösterme.
işaa:
haber yayma, herkese du-
yurma.
itaat:
söz dinleme, boyun eğme,
emre uygun hareket etme.
kanaat:
inanma, görüş, fikir.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tereddü-
de mahal bırakmayan.
Kur’ân-ı Mucizül Beyan:
açıkla-
malarıyla akılları benzerlerini yap-
maktan aciz bırakan Kur’an.
lisan:
dil.
lütufkârane:
güzellikle, iyilik ve
ihsanda bulunarak.
mahv:
yok etme, ortadan kaldır-
ma.
mesele:
önemli konu.
meslek:
gidiş, tutulan yol, sistem.
minnettar:
bir iyiliğe karşı teşek-
kür duygusu içinde olan.
mukabil:
karşılık.
mukaddemat:
başlangıçlar.
mutaassıp:
bir şeyi savunmada
aşırılık gösteren ve inat eden; dinî
meselelerde körü körüne bir fikre
bağlı olan ve başka bir fikri kabul-
lenemeyen.
müdakkik:
tetkik eden, ince-
den inceye araştıran.
müjde-i Kur’âniye:
Kur’ân’ın
müjdesi.
mülhit:
İslâm dininden ayrılan,
Allah’ı inkar eden, dinsiz,
imansız.
mütemadiyen:
sürekli olarak,
devamlı.
nefs-i emmare:
insana kötü
ve günah işlerin yapılmasını
emreden nefis.
nevî:
çeşit, tür.
Risale-i Nur:
Nur Risalesi, Be-
diüzzaman Said Nursî’nin eser-
lerinin adı.
setr-i uyûb:
ayıpları örtme,
kusurları gizleme.
settârü’l-uyûb:
ayıpları, gü-
nahları örten, bağışlayan Allah.
seyyiat:
seyyieler, fenalıklar,
kötülükler.
suret:
biçim, şekil, tarz.
taallûk:
alâkalı, münasebetli
olma.
taassub-ı meslekiye:
mesleki
istibdat, tutuculuk.
tahkikî:
araştırma ve incele-
me ile ilgili, inandığı şeylerin
aslını, esasını bilerek inanma.
tasavvur:
bir şeyi zihinde şe-
killendirme, düşünme.
tefehhüm:
anlamak, idrak et-
mek.
terk-i enaniyet:
benlik ve
enaniyetten vazgeçme.
ulema:
âlimler, bilginler, ilim
sahipleri.
velî:
Allah’ın sevgisine, hima-
yesine kavuşmuş, ermiş kim-
seler, Allah dostu, evliya.
zındık:
Allah’a ve ahirete inan-
mayan, Allah’ı inkâr eden,
imansız, münkir.
zikr:
anma, bildirme.
M
ÜHİM
P
ARÇALAR
| 98 | SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ