Çok manidar ve kuvvetli bir tevafuk ve şakirtlerin
sadâkatlerine delil, bir zahir keramet-i Nuriyeyi beyan et-
meme bir ihtar aldım. Şöyle ki:
Ben vasiyetnamemi yazdığım aynı zamanda, gizli mü-
nafıklar, benim itimad ettiğim hizmetçilerimi zabıta tara-
fından yanıma gelmekten men ettikleri aynı vakitte, fır-
sat bulup, tanımadığım birisiyle, sabık dokuz defadan da-
ha tesirli bir zehir bana yutturdular.
Hem aynı zamanda, Tunuslu ve alim kardeşlerimizden
ve buraya kadar geçen sene beni görmek için gelip gö-
rüşmeden giden Hoca Haşmet, Yozgat’tan buraya yazı-
yor ki: “Said vefat etmiş, Risale-i Nur’un yüz otuz risale-
si muhafaza edilsin. Ta ki, ileride tab edeceğiz.”
Hem aynı zamanda Halil İbrahim’in vefatım hakkında
bir hazin mersiye hükmündeki parlak mektubu, şakirtleri
ağlattırdı.
Hem, bu zamana pek çok yakın, Hüsrev’in, kendi ade-
tine muhalif benim vefatıma dair bir-iki mektubunda, iki-
üç gün ömür gibi tabirlerle ecelime işaretleri, bir parça
beni müteessir etti. Acaba ben gidiyorum diye endişe et-
tim.
Hem, bu aynı hengamlarda, en ziyade hayat-ı dünye-
viyedeki vazifemi düşünüp vefatımdan sonra şakirtler bu
dehşetli zamanda benim bedelime de o vazifeyi yapacak-
lar mı diye çok merak ederken, birden Denizli, Milas,
Isparta, İnebolu, ümidimin yüz derece fevkinde öyle
diüzzaman Said Nursî’nin eserleri-
nin adı.
sabık:
geçmiş.
sadâkat:
bağlılık, doğruluk.
şakirt:
talebe, öğrenci.
tab:
kitap basma.
tabir:
yorum, yorumlama.
tevafuk:
uygunluk; belli sıra, ölçü
ve münasebetler içerisinde birbiri-
ne denk gelme.
vasiyetname:
yazılı vasiyet, bir
kimsenin vasiyetini yazmış olduğu
kâğıt.
vazife:
görev.
vefat:
ölüm.
zabıta:
şehir güvenliğini sağla-
makla vazifeli bulunan idare, polis.
zahir:
açık, âşikar.
ziyade:
fazla, fazlasıyla.
âdet:
görenek, usul, alışkanlık.
âlim:
ilim ile uğraşan, ilim ada-
mı.
bedel:
karşılık.
beyan:
açıklama, bildirme,
izah.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
dair:
alakalı, ilgili.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
delil:
bir davayı ispata yarayan
şey, burhan.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
ecel:
her canlının Allah tarafın-
dan takdir edilen ölüm vakti.
endişe:
kaygı.
fevkinde:
üstünde
haşiye:
dipnot.
hayat-ı dünyeviye:
dünyaya
ait olan hayat.
hazîn:
hüzünlü, acıklı.
hengâm:
zaman, sıra.
hükmünde:
değerinde, yerin-
de.
ihtar:
hatırlatma, uyarı.
itimat:
dayanma, güvenme.
keramet-i Nuriye:
Risale-i
Nur’a ait keramet.
manidar:
nükteli, ince manalı.
men:
yasak etme, engelleme.
mersiye:
birisinin ölümü hak-
kında yazılan, teessürü anla-
tan manzume, ağıt.
muhafaza:
koruma.
muhalif:
zıt, karşıt.
münafık:
nifak sokan, arabo-
zucu; kalbinde küfrü gizlediği
halde Müslüman görünen.
müstensih:
istinsah eden, bir
yazının kopyasını çıkarıp ço-
ğaltan.
müteessir:
teessüre kapılan,
hüzünlü, kederli, mahzun.
razı:
rıza gösteren, hoşnut
olan.
Risale-i Nur:
Nur Risalesi, Be-
SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ | 107 |
M
ÜHİM
P
ARÇALAR