adedince otuz üç ayetin hem manasıyla, hem cifirle
Risale-i Nur’a işaretleri uzaktan uzağa icmalen görüldü.
Ayrı ayrı tarzlarda otuz üç ayet müttefikan Risale-i Nur’u
remizleriyle gösterdiği, hayal meyal görüldü.
* * *
İhtar:
En evvel yirmi dördüncü ayetin başında zikredi-
len ihtara dikkat etmek lâzımdır. O ihtarın yeri başta idi, fa-
kat orada hatıra geldi, oraya girdi.
İkinci Bir İhtar:
Tevafukla işaretler, eğer münasebat-ı
maneviyeye istinad etmezse ehemmiyeti azdır. Eğer mü-
nasebet-i maneviyesi kuvvetli ise, bu onun bir ferdi, bir
masadakı hükmünde olsa ve müstesna bir liyakati bulun-
sa, o vakit tevafuk ehemmiyetlidir. Ve o kelâmdan bunun
iradesine bir emare olur. Ve ondan o ferdin hususi bir su-
rette dâhil olduğuna ya remiz, ya işaret, ya delâlet hük-
münde onu gösterir. İşte gelecek ayat-ı Kur’âniyenin Risa-
le-i Nur’a işaretleri ve tevafukları ekseriyetle kuvvetli bir
münasebet-i maneviyeye istinat ederler. Evet bu gelecek
ayat-ı meşhure müttefikan on üçüncü asrın ahirine ve on
dördüncü asrın evveline cifirce bakıyorlar ve Kur’ân ve
iman hesabına bir hakikate işaret ediyorlar. Ve medar-ı
teselli bir nurdan haber veriyorlar. Ve o zamanın dalâlet
fitnesinden gelen şübehatı izale edecek Kur’ânî bir bürha-
nı müjde veriyorlar.
Ve o işaretlere ve remizlere tam mazhar ve o vazifeleri
bihakkın görecek, Risale-i Nur gibi bir tefsir-i Kur’ânî ola-
cak. Hâlbuki Risale-i Nur bu mezkûr noktada ileri olduğu,
onu okuyanlarca şüphesiz olmasıyla delâlet eder ki, o
ayetler, bilhassa Risale-i Nur’a bakıp ona işaret ediyorlar.
* * *
mâsadak:
doğrulayıcı, tasdik et-
mek.
mazhar:
nail olma, şereflenme.
medar-ı teselli:
ferahlık sebebi,
teselli kaynağı.
mezkûr:
zikredilen, adı geçen, anı-
lan.
münasebet-i manevîye:
manevî
münasebet, yakınlık, irtibat.
müstesna:
benzerlerinden üstün
olan, seçkin, mümtaz.
müttefikan:
ittifak ederek, hep
beraber, birlikte.
nur:
aydınlık, parıltı, ışık.
remiz:
işaret, bir manayı ifade
eden veya bir manaya delalet
eden işaret ve şekil.
remz:
işaret, gizli ve kapalı bir su-
rette ifade etme.
Risale-i Nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
suret:
biçim, şekil, tarz.
şübehat:
şüpheler.
tarz:
biçim, şekil.
tefsir-i Kur’ânî:
Kur’ân tefsiri,
Kur’ân’ın açıklaması.
tevafuk:
uygunluk; belli sıra, ölçü
ve münasebetler içerisinde birbiri-
ne denk gelme.
vazife:
görev.
zikretmek:
anmak, bildirmek.
ahir:
son.
asır:
yüzyıl.
ayat-ı Kur’âniye:
Kur’ân’ın
ayetleri.
ayat-ı meşhure:
meşhur
ayetler.
ayet:
Kur’an’ın her bir cümlesi.
bihakkın:
tamamıyla, hakkıy-
la.
bilhassa:
özellikle.
bürhan:
bir şeyi ispatlamak
için kullanılan kesin delil.
cifir:
harflere verilen sayı kıy-
meti ile geleceğe veya geçen
hâdiselere, ibarelerden tarih
veya isme dair işaretler çıkar-
mak ilmî.
dâhil:
girme, içinde olma.
delâlet:
delil olma, gösterme;
alamet, işaret.
ehemmiyet:
önem, değer,
kıymet.
ekseriyetle:
daha ziyadesiyle,
çoklukla, çoğunlukla.
emare:
alâmet, belirti, nişan.
evvel:
önce.
fitne:
karışıklık, bozgunculuk.
hakikat:
gerçek.
hususî:
özel.
hükmünde:
değerinde, yerin-
de.
icmalen:
kısaltarak, kısaca,
özetle.
ihtar:
hatırlatma, uyarı.
iman:
inanç, itikat.
irade:
dileme, isteme, bir şeyi
yapıp yapmama konusunda
için olan iktidar, güç.
istinat:
dayanma.
izale:
giderme, ortadan kaldır-
ma.
kelâm:
söz, lafız.
Kur’ânî:
Kur’ân’a uygun,
Kur’ân’a ait.
liyakat:
layık olma, ehliyet.
SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ | 111 |
B
İRİNCİ
Ş
UA