velâdetini
(1)
o
OÉn
µn
j
kelime-i kudsiyesiyle manen işaret etti-
ği gibi, cifirle de tam tamına aynı tarihe tevafukla işaret
eder. Malûmdur ki, zaif ve ince ipler içtima ettikçe kuv-
vetleşir, kopmaz bir halat olur. Bu sırra binaen, bu aye-
tin bu işaretleri birbirine kuvvet verir, teyit eder. Tevafuk
tam olmazsa da, tam hükmünde olur ve işareti delâlet de-
recesine çıkar.
TENBİH:
Ben bu Ayet-i Nuriyenin işaretlerini elektrik ve Resai-
li’n-Nur’un hatırı için beyan etmedim. Belki bu ayetin
i’caz-ı manevîsinin bir şubesinden bir lem’asını göster-
mek istedim.
Elhasıl:
Bu ayet-i kudsiye, sarih manasıyla nur-i İlâhî
ve nur-i Kur’ânî ve nur-i Muhammedîyi (
ASM
) ders verdi-
ği gibi, mana-i işarîsiyle de her asra baktığı gibi, on
üçüncü asrın ahirine ve on dördüncü asrın evveline dahi
bakar ve dikkatle baktırır. Ve bu iki asrın ahir ve evvelle-
rinden en ziyade nazara çarpan ve en ziyade münase-
bet-i maneviyesi bulunan ve bu ayetin umum cümleleri-
nin muvafakatlerini ve mutabakatlarını en ziyade kazanan
elektrik ile Resaili’n-Nur olduğundan, doğrudan doğruya
mana-i remziyle bakar diye bana kanaat-i kat’iye verdi-
ğinden, çekinmeyerek kanaatimi yazdım. Hata etmişsem,
Erhamürrahimîn’den rahmetiyle affetmesini niyaz ediyo-
rum. Resaili’n-Nur’un bu ayetin iltifatına liyakatini anla-
mak isteyen zatlar, hangi risaleye dikkatle baksalar an-
larlar. Hiç olmazsa Eskişehir Hapishanesinin bir meyvesi
olan Otuzuncu Lem’a namındaki altı esma-i İlâhiyeye da-
ir Altı Nükte Risalesine, hiç olmazsa o Lem’adan ism-i
Hayy ve Kayyum’a dair Beşinci ve Altıncı Nüktelere dik-
katle baksa elbette tasdik eder.
ahir:
son.
asır:
yüzyıl.
ayet:
Kur’an’ın her bir cümlesi.
ayet-i kudsiye:
Kur’ân’ın kudsî
ayeti.
Ayet-i Nuriye:
nur ayeti.
beyan:
açıklama, bildirme, izah.
binaen:
-den dolayı, bu sebepten.
cifir:
harflere verilen sayı kıymeti
ile geleceğe veya geçen hâdisele-
re, ibarelerden tarih veya isme da-
ir işaretler çıkarmak ilmî.
dair:
alakalı, ilgili.
delâlet:
delil olma, gösterme; ala-
met, işaret.
elhâsıl:
hasılı, netice itibariyle, kı-
saca.
Erhamü’r-Râhimîn:
merhamet
edenlerin en merhametlisi olan
Allah.
esma-i İlâhiye:
Allah’ın isimleri.
evvel:
önce.
halat:
kalın ip, urgan.
hükmünde:
değerinde, yerinde.
i’caz-ı manevî:
manen mu’cize
oluş.
içtima:
toplanma, bir araya gelme.
iltifat:
ilgi gösterme, yüzünü çevi-
rip bakma.
ism-i Hayy:
Cenab-ı Hakk’ın haya-
tı veren, dirilten anlamında ismi.
ism-i Kayyum:
varlığı ve diriliği
her an için olup, gökleri ve yeri her
an için tutan, daimî her şeye her
hususta iktidar sahibi olan anla-
mında Allah’ın bir ismi.
kanaat:
inanma, görüş, fikir.
kanaat-ı kat’iye:
kesin kanaat,
varılan kesin düşünce.
kelime-i kudsiye:
mukaddes, yü-
ce söz.
lem’a:
parıltı.
liyakat:
layık olma, ehliyet.
malûm:
bilinen, bilinir olan.
mana-yı işarî:
işaretlerle ifade edi-
len mana.
mana-yı remz:
işaret edilen ma-
na.
muvafakat:
müsaade etme,
kabul etme.
münasebet-i manevîye:
ma-
nevî münasebet, yakınlık, irti-
bat.
nam:
ad.
nazar:
bakış, dikkat.
niyaz:
Allah’a yalvarma ve ya-
karma.
nur-i İlâhî:
Allah’ın verdiği nur.
nur-i Kur’ânî:
Kur’ân-ı Ke-
rim’in nuru, aydınlığı, ışığı.
nur-i Muhammedî:
Hz. Mu-
hammed’in nuru, ışığı.
nükte:
ince manalı, ancak dik-
katle anlaşılabilen mana veya
söz.
rahmet:
Allah’ın kullarını esir-
gemesi, onlara maddî ve ma-
nevî nimetler vermesi.
sarih:
açık, âşikar.
sır:
gizli hakikat.
sualen:
soru sorarak.
tasdik:
doğrulama, onaylama.
tenbih:
uyarı, ihtar.
tevafuk:
uygunluk; belli sıra,
ölçü ve münasebetler içerisin-
de birbirine denk gelme.
teyit:
kuvvetlendirme, sağ-
lamlaştırma; doğru çıkarma.
umum:
bütün.
velâdet:
doğma, doğuş.
zaif:
zayıf.
zat:
kişi, şahıs.
ziyade:
çok, fazla.
1.
Hemen, neredeyse.
B
İRİNCİ
Ş
UA
| 118 | SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ