hususî bir surette Risalei’n-Nur ve müellifine bakıyor. Şöy-
le ki:
(1)
Ék
àr
«n
e
kelimesi, tenvin, nun sayılmak cihetiyle, beş
yüz ederek Saidü’n-Nursî adedi olan beş yüze tevafukla,
işaret ediyor ki, “Saidü’n-Nursî dahi meyyit hükmünde idi,
Risaletü’n-Nur
ile ihya edildi, onunla hayat buldu.”
Evet,
(2)
Gk
Qƒo
f o
¬n
dÉn
ær
?n
©n
Ln
h o
?Én
ær
«n
«r
Mn
Én
a Ék
àr
«n
e n
¿Én
c r
øn
en
hn
G
’deki iki ten-
vin, nun’durlar. Bin üç yüz otuz dört eder ki, o aynı za-
manda (Arabî tarihle) Said umumi harbde maddî ve deh-
şetli bir mevtten dahi harika bir tarzda kurtulması ve fel-
sefe ve gafletten gelen manevî ve şiddetli bir ölümden ne-
cat bulması ve Kur’ân’ın âb-ı hayatıyla taze bir hayata gir-
mesi tarihidir. Bu tevafuk-i manevî ve muvafakat-i cifri-
ye, delâlet derecesinde bir işarettir.
Hem
(3)
p
¢SÉs
ædG »p
a /
¬p
H À/
ûr
ªn
j Gk
Qƒo
f o
¬n
d Én
ær
?n
©n
Ln
h o
?Én
ær
«n
«r
Mn
Én
a
’de ten-
vin, nun; ve şeddeli
¿
iki
¿
ve
p
¬p
H
’de telâffuz edilen
…
sa-
yılmak cihetiyle bin iki yüz doksan dört eder ki, velâdeti-
nin ve hayatının birinci senesidir. Demek bu cümle ile ha-
yat-ı maddiyesine, evvelki cümle ile de hayat-ı maneviye-
sine işaret eder.
Elhasıl:
Bu ayet müteaddit ve çok tabakalarından, bir
işarî tabakadan hem
Risaletü’n-Nur
’a, hem müellifine,
hem bu on dördüncü asrın iptidasına, hem iptidasındaki
Risaletü’n-Nur
’un mebdeine remzen, belki işareten, bel-
ki delâleten bakar.
* * *
âb-ı hayat:
hayat suyu.
Arabî:
Arapçaya ait, Arap dili ile il-
gili.
asır:
yüzyıl.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümlesi.
cihet:
yön.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
delâlet:
delil olma, gösterme; ala-
met, işaret.
delaleten:
delil olarak, delil yoluy-
la.
elhâsıl:
hasılı, netice itibariyle, kı-
saca.
evvel:
önce.
felsefe:
madde ve hayatı başlan-
gıç ve gaye bakımından inceleyen
ilim.
gaflet:
dikkatsizlik, endişesizlik,
Allah’tan uzaklaşıp nefsin arzuları-
na dalmak.
hârika:
olağanüstü.
harp:
savaş.
hayat-ı maddiye:
maddî, cisimli
hayat.
hayat-ı manevîye:
manevî hayat.
Hicr:
Kur’ân-ı Kerîm’in 15. suresi.
hususî:
özel.
hükmünde:
değerinde, yerinde.
ihya:
canlandırma, diriltme, hayat
verme.
iman:
inanç, itikat.
iptida:
baş, başlangıç.
işareten:
işaret ederek, belirterek.
işarî:
işaretle ilgili, işaretle olan.
maddî:
madde ile alakalı, cismanî.
manevî:
manaya ait, maddî olma-
yan.
mebde:
başlangıç.
mevt:
ölüm.
meyyit:
ölmüş, ölü.
muvafakat-ı cifriye:
cifir hesabın-
daki uygunlutk.
müellif:
eser telif eden, yazan.
müteaddit:
çeşitli, bir çok.
necat:
kurtuluş, kurtulma.
nur:
aydınlık, parıltı, ışık.
remzen:
remiz ile, işaret ederek,
işaretle.
Risaletü’n-Nur:
Nur Risalesi,
Bediüzzaman Said Nursî’nin
eserlerinin adı.
Sure:
Kur’ân-ı Kerîm’in ayrıldı-
ğı 114 bölümden her biri.
suret:
biçim, şekil, tarz.
şedde:
Arapça ve Farsçada iki
defa okunması gereken bir
harfin üzerine konulan ve o
harfi iki defa okutan işaret.
tabaka:
derece, kat.
tarz:
biçim, şekil.
telâffuz:
bir harf, hece veya
kelimeyi söylenmesi gerektir-
diği şekilde seslendirme.
tenvin:
Arapça bir kelimenin
sonunu nun gibi okutmak
üzere konulan işaret; kelime-
nin sonuna iki üstün (en), iki
esre.
tevafuk:
uygunluk; belli sıra,
ölçü ve münasebetler içerisin-
de birbirine denk gelme.
tevafuk-ı manevî:
manada
uygunluk.
umumî:
genel.
velâdet:
doğma, doğuş.
1.
Ölü iken… (En’am Suresi: 122.)
2.
Ölü iken iman ile diriltip nûra kavuşturduğumuz kimse. (En’am Suresi: 122.)
3.
İman ile diriltip nura kavuşturduk ve halk içinde o nur ile doğru yola yürüttük. (En’am Su-
resi: 122.)
B
İRİNCİ
Ş
UA
| 122 | SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ