Ék
à`r
«n
e n
¿Én
c r
øn
en
hn
G
Ayetinin Tetimmesi
p
¢SÉs
ædG »p
a /
¬p
H À/
ûr
ªn
j Gk
Qƒo
f o
¬n
d Én
ær
?n
©n
Ln
h o
?Én
ær
«n
«r
Mn
Én
a Ék
àr
«n
e n
¿Én
c r
øn
en
hn
G
(1)
Én
¡r
æp
e m
êp
QÉn
îp
H ¢n
ùr
«n
d p
äÉn
ªo
?t
¶dG »p
a o
¬o
?n
ãn
e r
øn
ªn
c
ayetinin kuvvetli işaretini hem teyit, hem letafetlendiren
üç münasebet birden ramazanda kalbime geldi. Katî bir
kanaat verdi ki,
(2)
k
Éàr
«n
e
kelimesine tam münasip, Said’dir.
Bu ayet
Risale-i Nur
tercümanı olan Said’i
r
âu
«n
e
ünvanıy-
la göstermesinin bir hikmeti budur ki:
Mevtin muammasını ve tılsımını Risale-i Nur ile o aç-
mış, o dehşetli yüzün altında ehl-i imana çok ünsiyetli, sü-
rurlu, nurlu bir hakikat keşfedip ispat etmiş. Ve mevtalûd
hayat-ı fâniyede boğulan ehl-i ilhada karşı, bakiyane, ha-
yatalûd, muvakkat bir mevt-i zahirî ile galibâne mukabe-
le eder.
(3)
p
äÉn
ªo
?t
¶dG »p
a o
¬o
?n
ãn
e r
øn
ªn
c
sırrına mazhar olan ehl-i
ilhad, gayrimeşru müştehiyatının ibahesiyle süslendir-
mesine mukabil,
Risale-i Nur
, mevti o aldatıcı, fânî haya-
ta karşı çıkarıp lezzet ve ziynetini zirüzeber eder. Ve der
ve ispat eder ki:
“Mevt, ehl-i dalâlet için idam-ı ebedîdir.
Ve o dehşetli darağacından kurtaran ve mevti mübarek
bir terhis tezkeresine çeviren yalnız Kur’ân ve imandır.”
İşte bunun içindir ki, bu hakikat-i muazzama-i mevtiye,
hayat-ı fânîye:
fânî hayat; sonu
olan dünya hayatı.
hikmet:
gizli sebep, gaye.
ibaha:
mübah kılma, bir şeyi ha-
ram olmaktan çıkarak serbest bı-
rakılması.
idam-ı ebedî:
dirilmemek üzere
yok oluş, ahiret inancı olmadığı
için ölümü ebedî yokluğa gitmek
olarak görme.
Iman:
inanç, itikat.
inkâr:
Allah’ın varlığına, birliğine
inanmama, kabul ve tasdik etme-
me.
ispat:
doğruyu delillerle gösterme.
kanaat:
inanma, görüş, fikir.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tereddü-
de mahal bırakmayan.
keşif:
gizli bir şeyi bulma, meyda-
na çıkarma.
letafet:
latiflik, hoşluk, incelik.
mazhar:
nail olma, şereflenme.
mevt:
ölüm.
mevtâlûd:
ölüm gibi, ölümlü, ölü
gibi, korkunç.
mevt-i zahirî:
zahirî ölüm.
muamma:
anlaşılmaz, çözülmesi
güç iş, anlamı gizli ve güç anlaşılır
söz.
mukabele:
karşılık verme, karşıla-
ma.
mukabil:
karşılık.
muvakkat:
geçici.
mübarek:
feyizli, bereketli, kutlu.
münasebet:
ilgi, ilişki, bağ.
münasip:
uygun.
müştehiyat:
iştahlılar, istekliler.
nur:
aydınlık, parıltı, ışık.
Risale-i Nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
sır:
gizli hakikat.
Sure:
Kur’ân-ı Kerîm’in ayrıldığı
114 bölümden her biri.
sürur:
sevinç, mutluluk.
terhis:
askerliğini bitirenlerin or-
dudan gitmelerine izin verme, bı-
rakma.
tetimme:
bir konuyu veya eseri
tamamlamak için eklenen kısım,
ek.
te'yit:
kuvvetlendirme, sağlamlaş-
tırma; doğru çıkarma.
tezkere:
askerlik görevinin bittiği-
ni belgeleyen terhis kâğıdı.
tılsım:
herkesin bilip çözemediği
gizli sır.
ünsiyet:
alışkanlık, ülfet, dostluk.
ünvan:
şöhret, ad, isim.
zirüzeber:
altüst, karmakarışık,
darmadağın.
ziynet:
süs.
ayet:
Kur’an’ın her bir cümlesi.
bâkiyâne:
daimî, sonsuz bir
şekilde.
darağacı:
idama mahkûm
olanların asıldıkları sehpa, dâr.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
ehl-i dalâlet:
dalâlet ehli; yol-
dan çıkanlar, azgın ve sapkın
kimseler.
ehl-i ilhad:
ilhad ehli, doğru
meslek ve dinden, hak yolun-
dan çıkıp bâtıl yola sapan
imansızlar, dinsizler.
ehl-i iman:
inananlar.
fânî:
ölümlü, geçici.
galibâne:
galip gelmiş gibi, ga-
lip sıfatıyla.
gayrimeşru:
meşru olmayan,
dine aykırı, kanunsuz.
hakikat:
gerçek.
hakikat-i muazzama-i mev-
tiye:
büyük ölüm hakikati,
gerçeği.
hayatâlûd:
hayat dolu, canlı.
1.
Ölü iken iman ile diriltip nura kavuşturduğumuz ve halk içinde o nur ile doğru yolda yürü-
yen kimse, inkâr karanlıkları içinde kalıp da ondan hiçbir zaman çıkmayacak olan kimse
gibi olur mu? (En’am Suresi: 122.)
2.
Ölü.
3.
İnkâr karanlıkları içinde kalan kimse gibi… (En’am Suresi: 122.)
SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ | 123 |
B
İRİNCİ
Ş
UA