ilm-i hakikat rüsuhuyla o zamanda meydan alan tevilât-ı
fasideyi ve şübehatı dağıtarak yüz senede elli milyondan
ziyade insanları daire-i irşadına aldığı ve tenvir ettiği za-
manın tarihine tam tamına tevafukla bakar.
İkinci ayet olan
(1)
ºo
¡r
æp
e p
ºr
?p
©r
dG »p
a n
¿ƒo
îp
°SGs
ôdn
G
, şeddeli
Q
as-
lına nazaran bir
?
bir
Q
sayılmak cihetiyle, makam-ı eb-
cedîsi bin üç yüz kırk dört etmekle her asra baktığı gibi,
bu asra da hususi remzen bakar. Ve ilm-i hakikatte rasi-
hâne çalışan ve kuvvetli iman eden bir taifeye işaret eder.
Ve çok ayetlerin ehemmiyetle gösterdikleri bu bin üç yüz
kırk dörtte
Risaletü’n-Nur
ve şakirtlerinden daha ziyade
bu vazifeyi müşkül şerait içinde sebatkârâne yapan zahir-
de görülmüyor. Demek bu ayet onları dahi daire-i harî-
mine hususi dâhil ediyor.
On Beşinci Ayet:
(2)
Ék
æ«/
Ño
e Gk
Qƒo
f r
ºo
µr
«n
dp
G BÉn
ær
dn
õr
fn
Gn
h r
ºo
µu
Hn
Q r
øp
e l
¿Én
gr
ôo
H r
ºo
cn
Ay
É n
Lr
ón
b ¢o
SÉs
ædG Én
¡t
jn
G BÉn
j
Şu ayet bu zamana dahi hitap eder. Çünkü tamam
–
(3)
Ék
æ«/
Ño
e
hariç kalsa– bin üç yüz altmış küsur eder. Eğer
(4)
r
ºo
c n
Ay
É n
Lr
ón
b
’den sonraki olsa,
(5)
¿Én
gr
ôo
H
ve
(6)
Gk
Qƒo
f
kelimele-
rindeki tenvinler
nun
sayılsa bin üç yüz on eder. Demek
bu asra da hitap eder. Hem,
(7)
l
¿Én
gr
ôo
H r
ºo
c n
A = Én
Lr
ón
b
cümlesi
yalnız dört farkla Furkan adedine tevafukla sarihan
şerait:
şartlar.
şübehat:
şüpheler.
Furkan:
hak ile bâtılı birbirinden
ayıran anlamında Kur’ân’ın bir is-
mi.
hariç:
dışarı.
hitap:
söz söyleme, topluluğa ve-
ya birisine karşı konuşma.
hususî:
özel.
ilm-i hakikat:
hakikat ilmi.
iman:
inanç, itikat.
makam-ı ebcedî:
ebcetle ilgili ma-
kam, ebcedî mana, ebcedî hesap.
müşkül:
güçlük, zorluk.
nazaran:
nispeten, kıyaslayarak,
göre.
rasihane:
sağlamca, sağlam ola-
rak.
remzen:
remiz ile, işaret ederek,
işaretle.
Risaletü’n-Nur:
Nur Risalesi, Bedi-
üzzaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
rüsuh:
bir ilmin derinliğine, ince-
liğine varma ilim ve fende geniş
bilgi sahibi olma.
sarihan:
açıkça, açık olarak.
sebatkârane:
sabır ve sebat ede-
rek.
taife:
takım, güruh.
tenvin:
Arapça bir kelimenin so-
nunu nun gibi okutmak üzere ko-
nulan işaret; kelimenin sonuna iki
üstün (en), iki esre.
tenvir:
nurlandırma, aydınlatma,
ışıklandırma.
tevafuk:
uygunluk; belli sıra, ölçü
ve münasebetler içerisinde birbiri-
ne denk gelme.
tevilât-ı faside:
bozgunculuk ve-
ren, fitne çıkaran yorumlar.
vazife:
görev.
zahir:
görünüşe göre, görünüş iti-
bariyle.
ziyade:
çok, fazla.
asr:
yüzyıl.
ayet: Kur’an’ın her bir cümle-
si.
cihet:
yön.
dâhil:
girme, içinde olma.
daire-i harîm: mahrem, husu-
sî daire.
daire-i irşat:
irşat dairesi.
ehemmiyet:
önem, de?er, kıy-
met.
şakirt:
talebe, öğrenci.
şedde:
Arapça ve Farsçada iki
defa okunması gereken bir
harfin üzerine konulan ve o
harfi iki defa okutan işaret.
1.
Onlardan ilimde derinlik ve istikamet sahibi olanlar… (Nisâ Suresi: 162.)
2.
Ey insanlar! Size, Rabbinizden ap açık bir delil olan peygamber geldi ve size, dünyanızı ve
âhiretinizi aydınlatıcı ap açık bir nur olarak Kur’ân’ı indirdik. (Nisâ Suresi: 174.)
3.
Apaçık.
4.
Size geldi.
5.
Apaçık bir delil.
6.
Apaçık bir nur.
7.
Size apaçık bir delil geldi.
SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ | 133 |
B
İRİNCİ
Ş
UA