baktığı gibi, o kudsî bürhan-ı İlâhînin bu zamanda parlak
ve kuvvetli bir bürhanı olan
Resaili’n-Nur
’a dahi ikinci
cümlesi olan
(1)
Ék
æ«/
Ño
e Gk
Qƒo
f r
ºo
µr
«n
dp
G BÉ`n
ær
dn
õr
fn
G
adedi, iki tenvin va-
kıfta iki elif sayılmak cihetiyle beşyüz doksan sekiz ede-
rek aynen tam tamına
Resaili’n-Nur
’a ve
Risale-i Nur
ade-
dine tevafuk ile o semavî bürhan-ı kudsînin yerde bir bür-
hanı,
Resaili’n-Nur
olduğunu remzen haber veriyor.
İHTAR:
Sözlerin üç ismi olan Risalei’n-Nur veya
Resai-
li’n-Nur
veya Risaleti’n-Nur’daki şeddeli
¿
, iki
¿
sayılmak,
cifirce ağlebî bir kaidedir. Şeddeli harf bazan bir, bazan
iki sayılabilir.
On Altıncı Ayet:
(2)
l
ABÉn
Øp
°Tn
h Gk
óo
g Gƒ o
æn
e'
G n
øj/
òs
?p
d
’dur. Şu şifalı ayet çok zaman-
dır benim dertlerimin şifası ve ilâcı olduğu gibi, eczaha-
ne-i kübra-i İlâhiye olan Kur’ân-ı Hakîm’in tiryakî ilâçla-
rından, Risalei’n-Nur eczalarının kavanozlarından alarak
belki bin manevî dertlerime bin kudsî şifayı buldum ve
Resaili’n-Nur Şakirtleri dahi buldular. Ve fenden ve felse-
fenin bataklığından çıkan ve tedavisi çok müşkül olan ve
zındıka hastalığına müptelâ olanlardan çokları onunla şi-
falarını buldular.
İşte her derde şifa olan Kur’ân’ın ilâçlarının bu zaman-
da bir kısım kavanozları hükmünde bulunan
Resaili’n-Nur
dahi bu şifadar ayetin bir medar-ı nazarı olduğuna kuv-
vetli bir emare şudur ki: Bu ayetin makam-ı cifrîsi
ağlebî:
çoğunlukla, ekseriya.
ahiret:
dünya hayatından sonra
başlayıp ebediyen devam edecek
olan ikinci hayat.
ayet:
Kur’an’ın her bir cümlesi.
bürhan:
bir şeyi ispatlamak için
kullanılan kesin delil.
bürhan-ı İlâhî:
İlâhî, mukaddes
delil.
bürhan-ı kudsî:
kudsî delil, kudsî
bürhan.
cifir:
harflere verilen sayı kıymeti
ile geleceğe veya geçen hâdisele-
re, ibarelerden tarih veya isme da-
ir işaretler çıkarmak ilmî.
cihet:
yön.
delil:
bir davayı ispata yarayan
şey, burhan.
ecza:
cüz’ler, parçalar, kısımlar.
eczahane-i kübra-yı İlâhiye:
Al-
lah’ın büyük eczahanesi.
emare:
alâmet, belirti, nişan.
felsefe:
madde ve hayatı başlan-
gıç ve gaye bakımından inceleyen
ilim.
fen:
tecrübî, ispatla meydana gel-
miş ilimlere verilen genel ad.
Fussilet:
Kur’ân-ı Kerîm’in 41. Su-
resi. Mekke’de nazil olmuştur. Sec-
de, Sure-i Akvat ve Mesabih suresi
de denir. 54 ayettir.
hidayet:
doğru inanç ve yaşayış
üzere olmak.
hükmünde:
değerinde, yerinde.
ihtar:
hatırlatma, uyarı.
kaide:
kural, esas, düstur.
kudsî:
mukaddes, yüce.
Kur’ân-ı Hakîm:
her ayet ve sure-
sinde sayısız hikmet ve faydalar
bulunan Kur’ân.
makam-ı cifrî:
cifre ait makam, ci-
fir hesabına göre ulaşılan netice,
sayı değeri.
manevî:
manaya ait, maddî olma-
yan.
medar-ı nazar:
göz önünde bu-
lundurulması gereken.
müptelâ:
tutkun, bir şeye düşkün
ve tutulmuş olan.
müşkül:
güç, zor, çetin.
Nisâ:
Kur’ân-ı Kerîm’in 4. suresi.
Medine’de nazil olmuştur. 176
ayettir.
nur:
aydınlık, parıltı, ışık.
peygamber:
Allah tarafından ha-
ber getirerek İlâhî emir ve yasak-
ları insanlara tebliğ eden elçi, nebi.
Rab:
besleyen, yetiştiren, verdiği
nimetlerle mahlûkatı ıslah ve
terbiye eden Allah.
remzen:
remiz ile, işaret ede-
rek, işaretle.
Risaletü’n-Nur:
Nur Risalesi,
Bediüzzaman Said Nursî’nin
eserlerinin adı.
semavî:
semaya ait, gökten
gelen; Allah tarafından olan,
İlâhî.
Sure:
Kur’ân-ı Kerîm’in ayrıldı-
ğı 114 bölümden her biri.
şakirt:
talebe, öğrenci.
şedde:
Arapça ve Farsçada iki
defa okunması gereken bir
harfin üzerine konulan ve o
harfi iki defa okutan işaret.
şifa:
bedenî ve ruhî bir hastalı-
ğın son bulması, sağlığına ka-
vuşma.
şifadar:
şifa verici, şifalı.
tenvin:
Arapça bir kelimenin
sonunu nun gibi okutmak
üzere konulan işaret; kelime-
nin sonuna iki üstün (en), iki
esre.
tevafuk:
uygunluk; belli sıra,
ölçü ve münasebetler içerisin-
de birbirine denk gelme.
vakıf:
Arapça bir kelimenin
sonunu harekesiz olarak oku-
ma.
zındıka:
dinsizlik, inançsızlık.
1.
Size ap açık bir nur indirdik.
2.
O, îman edenler için bir hidâyet rehberi ve bir şifâdır. (Fussılet Suresi: 44.)
B
İRİNCİ
Ş
UA
| 134 | SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ