hakikat olduğunun bürhanlarıdır ve o ayetlerdeki hakaik-ı
imaniyenin gayet kuvvetli hüccetleridir. Ve
n
?r
?p
J
kelime-i
kudsiyesinin işaret-i hissiyesiyle, gözlere dahi görünecek
derecede zahir olduğunu ifade eden böyle işarete lâyık
delilleridir”
diye, remzen
Resaili’n-Nur
’u bir işarî manası-
nın küllî dairesine hususî ve medar-ı nazar bir ferdi ola-
rak dâhil ediyor.
Elhasıl:
Nasıl ki bu ayette bulunan işarî mana yedi su-
rede yedi işaret hükmünde olup, delâlet, belki sarahat de-
recesine çıkıyor; aynen öyle de,
(1)
m
º«/
?n
à°r
ùo
e m
•Gn
ôp
°U
’deki re-
miz dahi, yedi-sekiz surelerde bulunmakla, yedi-sekiz re-
miz hükmünde olarak o remzi işaret, belki delâlet, belki
sarahat derecesine çıkarıyor.
İHTAR:
Külfetsiz olmak üzere, birden hatıra gelen işarat
kaydedildi; tekellüfe girmemek için işaretli otuz üç
ayetin çok işaratı kaydedilmedi.
Yirmi Üçüncü Ayet:
(2)
Gk
ôr
«n
N Én
æn
d p
ór
Ñ`o
j r
¿n
G BÉ`n
`æ t
Hn
Q À'
ùn
Y
Şu ayet her asra baktığı gibi
bu asra da bakıyor ve bu asırda kâbuslu bir rüya gibi mu-
sibetlere düşen ve Rabb-i Rahîminden onu hayra tebdil
etmesini rica edenler içinde Resaili’n-Nur Şakirtlerine hu-
susî remzettiğine bir emaresi şudur ki:
Bu ayetin makam-ı cifrîsi olan bin üç yüz kırk beşte
ehemmiyetli risaleler telif ile beraber, fevkalâde hâdiseler
kelime-i kudsiye:
mukaddes, yü-
ce söz.
külfet:
zahmet, sıkıntı.
küllî:
umumî, genel, bütün olan.
makam-ı cifrî:
cifre ait makam, ci-
fir hesabına göre ulaşılan netice,
sayı değeri.
medar-ı nazar:
göz önünde bu-
lundurulması gereken.
musibet:
felaket, bela.
Rabb-i Rahîm:
şefkat ve merha-
met sahibi olan Cenab-ı Hak.
remiz:
işaret, bir manayı ifade
eden veya bir manaya delalet
eden işaret ve şekil.
remzen:
remiz ile, işaret ederek,
işaretle.
sarahat:
sarihlik, açıklık, belirlilik.
sure:
Kur’ân-ı Kerîm’in ayrıldığı
114 bölümden her biri.
Şakirt:
talebe, öğrenci.
tebdil:
değiştirme, dönüştürme.
tekellüf:
gösteriş, yapmacık, sahte
tavır.
telif:
eser yazma.
zahir:
açık, âşikar.
asr:
yüzyıl.
ayet:
Kur’an’ın her bir cümlesi.
bürhan:
bir şeyi ispatlamak
için kullanılan kesin delil.
dâhil:
girme, içinde olma.
delâlet:
delil olma, gösterme;
alamet, işaret.
delil:
bir davayı ispata yarayan
şey, burhan.
ehemmiyetli:
önemli.
elhâsıl:
hasılı, netice itibariyle,
kısaca.
emare:
alâmet, belirti, nişan.
fevkalâde:
olağanüstü.
gayet:
son derece.
hâdise:
olay.
hakaik-ı imaniye:
imana ait
hakikatler, imanî gerçekler.
hakikat:
gerçek.
hususî:
özel.
hüccet:
delil.
hükmünde:
değerinde, yerin-
de.
ihtar:
hatırlatma, uyarı.
işarat:
işaretler, haber verme-
ler.
işaret-i hissiye:
hissî işaret,
hisle ilgili belirti; duygu yoluyla
yapılan ve algılanan işaret.
işarî:
bir kelimenin açık mana-
sına bağlı olarak ikinci ve
üçüncü derecede işaret yolu
ile yapılan açıklama.
1.
Dosdoğru bir yol. (En’am Suresi: 161.)
2.
Umulur ki Rabbimiz bize bundan daha hayırlısını verir. (Kalem Suresi: 32.)
SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ | 143 |
B
İRİNCİ
Ş
UA